3 Ekim tarihinde Haaretz Gazetesinde çıkan bir yazının başlığı “İsrail Neo-Faşizmi İsraillileri ve Filistinlileri Tehdit Ediyor” idi. Bundan yaklaşık bir yıl önce yine aynı mecrada çıkan bir başka yazının başlığı “Artık Resmi: Faşizm Biziz” idi. Bundan da bir yıl önce çıkan bir yazının başlığı “Netanyahu 2021: İsrail'in Şimdiye Kadarki En Radikal Hükümeti Faşizmi Ulaşılabilir Hale Getirecek” idi. İsrail’in siyasal rejimine ilişkin faşizm tartışması analizlerle ve somut örneklerle daha da geriye götürülebilir. Ayrıca İsrail'in faşizm referanslı apartheid politikalarının, devletin bir savaş aygıtı olarak kuruluşuna kadar uzandığına dair kanla yazılan tarihsel arka planı detaylandırmak da mümkündür.
Ne var ki, İsrail ordusunun El Ehli Arap Baptist Hastanesi’ni bombalayarak 500 kişiyi öldürmesi karşısında bile soğukkanlı bir suikastçı misali katliamı failsizleştirerek ve bilgi kirliliğine maruz bırakarak görünmez kılmaya çalışan egemen propagandanın ulaştığı aşama mide bulandırıcıdır. Bu aşamaya gelirken hem Alberto Toscano’nun hem de Norman Finkelstein’ın ayrı ayrı belirttiği propaganda aygıtının işleyişine odaklanmak gereklidir. Holokost anısını istismar ederek, İsrail devletine ve sömürgeci politikasına yönelik her türlü eleştiriyi “anti-semitizm” suçlamasıyla susturmaya çalışan, İsrail'in “Doğu barbarlığı” karşısında “Ortadoğu'daki tek demokrasi” olduğuna dair bir söylemi yayan emperyalist propaganda aygıtı dört kanaldan çalışmaktadır.
Batı bloku ile İsrail’in ortaklaştığı propaganda havuzundaki kavramların ve cümlelerin aynı olması, öjenik bir boyutla yeniden içerik kazandırılan apartheidin canla başla savunulması, yeni “medeniyetler savaşı”nın da propagandasıdır. Ancak bu sefer düne kadar kültür endüstrisinde şeytanlaştırılan Nazizmin örtük veya açık referanslarla siyasetin bir parçasına dönüştürülmesi söz konusudur. Bu seferki propaganda sadece birini suçlamak veya birini aklamakla sınırlı değildir. Nazizmin öjenisi üzerinde yükselen dinamik bir ideolojik motivasyon söz konusudur.
Geçtiğimiz yıl Avrupa Birliği Dış Politika Şefi Josep Borrell bir konuşmasında “Avrupa bir bahçedir” demiş, dünyanın geri kalan kısmının çoğunu ise "orman" olarak tanımlamıştı. Emperyalist ve kolonyalist geçmişe sahip, hâlâ emperyalist ilişkileri sayesinde toplumsal refahı belli ölçüde koruyan Batılı iktidarların Ortadoğu'ya ve halklara nasıl baktığını göstermesi açısından önemli bir konuşmaydı bu. Nitekim Gazze halkını “insansı hayvanlar” olarak nitelendiren İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın sözleri bu çerçevenin çok dışında değildi.
Nazi öjenizminin temel unsurlarından birisi ırk ise, diğeri de bununla bağlantılı olarak nüfustur. Belirli bir toprak ölçeğinde sınırlı kalmayan Nazifikasyon politikaları nüfus yoğunluğunun niteliğiyle ilgilenir. Bunun kopyasını yine İsrail’de gördük. Eski bakanlardan Şimon Perez “siyaset coğrafya değil, nüfus meselesidir” diyerek Filistinlilere karşı demografik bir yarış verildiğini dile getirmişti. Perez’in ifade ettiği demografik yarışı klasik asimilasyon politikalarından ayıran fark, şiddetli ırkçılıkla ve zayıflığın küçümsenmesiyle yetinmeyen öjenik boyutudur.
Nazi toplama kampları ve Mengele’nin tıbbi deneyleriyle özdeşleştirilen öjenik katliamlar insanları gaz odalarında ölüme mahkûm etmekten ibaret değildir. 365 km karelik alana 2 milyon insanı sıkıştırarak, milenyum sonrası dünyanın en büyük toplama kamplarından birini oluşturarak, nüfusu işsiz, aç, susuz, ilaçsız ve elektriksiz bırakarak, sığındığı hastaneyi yüksek tonajlı bombalarla yok etmek de öjenidir.
Filistin halkına karşı sürdürülen etnik temizliğin başka bir boyutu daha vardır ve bu sadece İsrail faşizminin dışavurumundan ibaret değildir. ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği arasında son yıllarda görülen ahenksizliği -geçici bir süreliğine de olsa- askıya alarak Filistin’de koro halinde mutlak yıkımı destekleyen çığırtkanlığın başka bir anlamı daha vardır.
Batı’nın, İsrail vahşetine göz yummanın ötesinde, askeri/siyasi aygıtlar ve medya kanallarıyla destek olduğu bu vahşeti bilfiil organize etmesi, yeni nesil medeniyet savaşının tezahürüdür. Bu sefer kültürel imgelerden farklı olarak öjenik altyapı da yer almakta, “üstün ırk” teorisi güncel koşullara uyarlanarak emperyalist ideolojinin alçılarından birisine dönüştürülmektedir.
Emperyalizm bunalım döneminin içerisinden geçerken önünde iki kritik sorun vardır. Bunlardan ilki, ticaret savaşları ve salgından sonra küresel kapitalist sistemin yeniden düzenleme aşamasında ortaya çıkan liderlik bunalımıdır. İkincisi, IMF raporlarında da görüldüğü üzere, küresel değer üretimi Çin ve Doğu Asya-Pasifik bölgesine doğru kayarken değer ve tedarik zincirlerinin nasıl şekillendirileceği ve ticaret "hub"larının nasıl konumlandırılacağı bunalımıdır. JP Morgan ekonomistlerinin analizlerine göre, küresel şirket kârlarının büyümesi Güney’e kaymaktadır.
Nazilere ve cinai pratiklerine (imha, soykırım, öjeni, vd.) dair küresel kanaatin tersyüz olması, Ukrayna'da ve Filistin'de görüldüğü üzere bir tür imdat çekici olarak siyasi devre içerisine alınması, faşist ethos’un kültürel motifin daha ötesinde canlandırılması, dünya sisteminin içine girdiği bunalım momentiyle ilgilidir.
Faşizmin tarihsel imgesi ve siyaseti inşa biçimi her zaman düzen sağının (partilerin ve kişilerin) pratiklerine de içkin bir öge olmuştur. Ancak düzen-içi sağ aktörler hâkim etik-politik kodlar açısından açıktan Nazileri savunacak, Nazi politikalarını olumlayacak noktaya varmamıştır – şimdiye dek. Şimdi ise her zaman “kötülük” olarak resmettikleri siyasal ideolojiyle farklı yoğunluklarda özdeşleşmektedirler.
"Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşünceler" ise, yani, toplumda egemen gücü bulunduran sınıf, aynı zamanda egemen fikri gücü, egemen söylemin dolaşım kanallarını elinde tutuyorsa, şöyle bir denklem oluşmaktadır: Nazizm ve ideolojik ögeleri burjuva etik-politik içerisinde artık olağan bir kod haline geliyorsa, egemen sınıfların buna bir sebepten ihtiyacı vardır. Tarihsel olarak faşist iktidarlar ile tekelci burjuvazinin nesnel çıkarlarının örtüşmesinde, aşırı birikim krizini aşma eğiliminde çözüm ortaklığı olması gibi.
Ticaret savaşlarıyla başlayan, salgınla devam eden, Ukrayna'da kristalleşen, Yeşil kapitalizme entegrasyon sürecinde değerli maden ve mineral kaynakları için süren toprak rekabeti, şu anda ise egemen bloklar için kamplaşmanın ve aidiyetin bir ifadesi haline gelen İsrail'e destek yarışıyla süren gidişat, Batı’nın yeniden siyasal ve ideolojik konsolidasyonunun vesilesine dönüşmektedir.
Ursula von der Leyen’in 19 Ekim akşamı Hudson Enstitüsünde yaptığı konuşmada Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşı ile Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırıları arasında paralellik kurduktan sonra sarf ettiği “Her ne kadar farklı olsa da bu krizler, Avrupa ve Amerika'yı tavır almaya ve birlikte durmaya çağırıyor” sözleri; Joe Biden’ın 19 Ekim akşamı sosyal medya hesabından duyurduğu Beyaz Saray konuşması için “Parti ya da siyasetten daha büyük olan küresel bir dönüm noktasındayız” sözleri, savaş borusuna verilen kuvvetli nefeslerden farksızdır.
Michael Roberts’ın verilerle gösterdiği, uzun yıllardır aşağı doğru seyreden küresel kâr oranlarını toparlamanın bir yolu kuşkusuz savaştır. Savaş politikalarına uygun ideolojik motivasyonun ve propagandanın faşizmin harabelerinde aranması ise tesadüf değildir. Emperyalizm iç bunalımlarından birisini yaşarken, küçük ve orta ölçekli savaşlardan Batı bloku ve İran’ı işaret eden büyük ölçekli bölgesel bir savaşa doğru yol alırken, ideolojik motivasyonu faşizmin ögelerinden birisi olan öjenik ortaklıkta bulmuştur.
Yukarıda aktardığımız konuşmalarda kesişen kültürel ve siyasal ırkçılık örüntülerini kitlelerini bir arada tutmanın yolu olarak görmektedirler. Bu süreçte burjuvazi dünya görüşünü, sağın anlam dünyasını da yeniden düzenlemektedir. Düzenlemek zorundadır çünkü -Hobsbawm’ın çizdiği yerden bakarsak- burjuvazi (gerek küresel eşitsizliğin artmasından, gerek sefaletin yayılmasından, gerekse çıplak zordan başka bir iskeleti kalmadığından ötürü) uzun süredir kendi sınıfsal ortak çıkarını toplumun genel çıkarı gibi sunamamakta, empoze edememektedir.
Alfred Sohn-Rethel’in Nazi ekonomisiyle ilgili tespitleri hatırlanabilir. Sohn-Rethel, Nazi yayılmacılığının nedenlerinin kaotik Nazi politikalarının “irrasyonelliğinde” değil, Nazi iktisadi programının rasyonalitesinde yattığını yazmıştı. Nazi rejimi siyasi ve iktisadi nedenlerden dolayı silahlanmaya ve yayılmaya mecbur idiyse, emperyalist bloklar da aynı mecburiyet içerisindedir.
-----------------------------------------------------------------------------
*Yazıda kullanılan görsel www.mintpressnews.com adresinden alınmıştır.
Comments