top of page
Writer's pictureSiyasal İktisat

"Engels’in duraklaması" ve İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu - Michael Roberts (Çev. Kansu Yıldırım)

Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nu yazdığında henüz 24 yaşındaydı. 1842 sonunda Manchester’da dikiş ipliği üreten aile şirketleri Ermen ve Engels’de çalışmak üzere İngiltere’ye gönderildiğinde sol düşüncesi çoktan gelişmişti. Engels, İngiltere’ye işçilerin potansiyel gücünü gösteren ama başarısızlıkla sonuçlanan 1842 Çartist genel grevinden birkaç hafta sonra geldi. Grevin merkezi, tekstil üretim alanları olan Manchester ve çevresindeki Lancashire ve Cheshire bölgeleriydi. Sanayi Devrimi’ne sahne olan İngiltere, dünyanın en gelişmiş sanayi ekonomisiydi. Halihazırda pamuk, kömür ve demir üretiminde dünya lideriydi. Çartist hareket ile örgütlenen işçiler de dünyanın en gelişmiş işçi sınıfıydı.

 

Engels, Manchester’da gördüğü yoksulluk ve sefalet karşısında dehşete düşmüştü. Pamuk endüstrisi etrafında büyümüş şehir, pis bir gecekondu yığınıydı. Bebek ölümleri, salgın hastalıklar ve aşırı kalabalık, hayatın birer gerçeğiydi. Kent nüfusunun dörtte biri, daha kötü koşullar nedeniyle kendi ülkelerinden Manchester’a gelmek zorunda kalan İrlandalı göçmenlerden oluşuyordu. Tıpkı Almanya’daki gibi eski kasabalarda ve kırsal bölgelerde de yoksulluk vardı, ancak büyük şehirlerin yükselişi bu koşulları görünür kıldı ve şiddetlendirdi.


Kısa süre sonra nüfusun büyük kısmını yeni işçi sınıfı oluşturdu, zira kapitalist manifaktür yöntemleri eski zanaatkâr sınıfını veya orta sınıfları önemli ölçüde yok edip onların ya da çocuklarının çoğunu işçiye dönüştürmüştü. İmalat sanayinin ihtiyaçları fabrikaların ve imalathanelerin kurulmasına yol açtı ve hızlı kentleşme oldu. Sanayi kasabaları gelişerek Engels’in İngiltere’yi ilk ziyaretinde gözlemlediği büyük şehirlere dönüştü.

 

Engels, fabrika işçisi yeni kız arkadaşı Mary Burns ile birlikte, babasının şirketinde çalışmadığı akşamları ve haftasonları farklı işçi sınıfı bölgelerine gitti. Engels kitapta çeşitli aktüel basın raporlarını, resmi soruşturmaları ve hatta Manchester’ın ilk gecekondularını oluşturan peş peşe bitişik evlerin diyagramlarını kullanarak bu şehirlerdeki yaşam koşullarını ayrıntılı bir şekilde tasvir ediyor. Engels, en yoksulun pozisyonu şöyle özetledi: “1842’de İngiltere’de ve Galler’deki 1 milyon 430 bin yoksulun 220 bini ıslahevlerine kapatıldı. Halk arasında bu kişiler Yoksul Yasası Bastilleri olarak anılıyordu. Whig’lerin insanlığı sayesinde! İskoçya’da yoksul yasası yok ancak yoksul insan çok. İrlanda, yeri gelmişken, 2 milyon 300 bin gibi devasa sayıdaki yoksulla övünebilir.”


Ne var ki Engels’in kitabı, korkunç koşullarda yaşayan işçilerin demeçlerinden çok daha fazlasıdır. Marx ve Engels’in daha sonra geliştirecekleri, ancak bu aşamada dahi kitap için merkezî konumda olan kapitalizmin ekonomik analizi temelinde şekillendirilmiştir. Engels, ücretli işçi sınıfını yani proletaryayı yaratan sanayi devriminin eski çalışma alışkanlıklarını nasıl dönüştürdüğüne bakarak işe koyulur. Tekstil, kömür ve demir üretiminde makinelerin devreye girmesi İngiltere’yi dünyanın en dinamik ekonomisi haline getirmiş; demir köprüler, tren yolları, kanallar gibi iletişim ağları yaratarak daha fazla endüstriyel gelişime yol açmıştır.


Engels, kapitalist sistemin gerçek doğasını tarif eder. Kapitalistler arasındaki rekabet, kapitalistleri işçilere mümkün mertebe düşük ücret ödemeye yönlendirirken, bir taraftan da işçileri olabildiğince fazla çalıştırmaya bakar: “Bir imalatçı, işçiye talebin çok yüksek olmadığı bir zamanda işten çıkarma tehdidiyle dokuz işçiyi aynı ücretlerle günde bir saat daha fazla çalışmaya zorla­yabilirse, onuncuyu işten çıkarır ve o kadar ücretten tasarruf eder. Bu da hem işçiler arasında iş rekabetine hem de işler canlandığında işgücüne çekilebilecek, durgunlaştığında ise tekrar işten çıkarılabilecek bir işsizler havuzunun oluşmasına yol açar.” Bu vasıfsız ve işsiz yedek işçi ordusunun varlığı –özellikle 1840’larda şehirlerdeki göçmen İrlandalılar arasında– tüm işçilerin ücret seviyesini ve koşullarını aşağı çekmektedir.


Engels bir ücret teorisi geliştirdi. “Burjuvazinin elinde proletaryaya karşı en keskin silah” işçiler arasındaki sınıf-içi rekabetti ve bu da “işçilerin bu rekabeti birlikler aracılığıyla bertaraf etme çabasını” açıklıyordu. Sendikaların karşı basıncının yokluğunda avantaj tüm varoluş araçlarının tekelini elinde tutan” ve “tekeli devletin gücü tarafından korunan” işveren sınıftadır. Pek çok çalışmada sendikalaşmanın reel ücret seviyelerini ve emeğin üretimdeki payını koruduğu ortaya konmuştur.


Engels, Marx’tan daha önce işçilerin “adil bir iş günü için adil bir ücret” almalarına rağmen nasıl sömürüldüklerini açıkladı. Engels: "Burjuvazi [proletere] yaşam araçlarını ancak 'denk' bir çalışma sunması karşılığında” önerebilir ve “proleterin rüştüne ermiş, sorumlu bir taraf olarak özgür seçimiyle davranıyormuş; özgür, sınırlanmamış rıza­sıyla bir sözleşme yapıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına bile izin verir” ancak “proleter, hukuken ve gerçekte burjuvazinin kölesidir”. Bu nedenle “bugünün işçisi, sanki özgürmüş gibi görünür; çünkü o bir kere ilk ve son kez satılmaz; gündelik, haftalık, yıllık olarak parça parça satılır; özgür­müş gibi görünür, çünkü onu, sahibi bir başkasına satmaz; bunun yerine belli bir kişinin kölesi olmadığı, tüm mülk sahibi­ sınıfın kölesi olduğu için, kendisi, kendini satmaya zorlanır”. Marx daha sonra bu kavramı, işverenler tarafından satın alınan bir nesne olarak “emek gücü” kategorisinde tam olarak geliştirecektir.


Engels tarafından geliştirilen başka bir ufuk açan kavram, Marx’ın genel birikim yasası ile bunun ikili doğasını öngördü. Bir taraftan, yeni makine veya teknolojinin devreye girmesiyle eski teknolojiyle çalışan işçiler işini kaybeder. Diğer taraftan ise, yeni endüstriler ve teknikler yeni işler yaratabilir. Robotların ve yapay zekânın ortaya çıkışıyla birlikte teknoloji ve istihdam üzerindeki bu tartışma yeniden güncel hale gelmiştir.


Engels, yerli eğirme ve dokumacılığı “nüfus artışındaki yavaşlığa ayak uyduran iç pazar talebindeki artış” koşulları altında tanımlar. Yeni teknolojilerin rekabetçi avantajını yansıtan “makina işinin el işine karşı zaferi”, “tüm mamul meta fiyatlarındaki hızlı düşüşü, ticaretin ve imalatın gelişmesi, korunmayan dış pazarların hemen tümünün fethi, sermayenin ve ulusal zenginliğin çarçabuk katlanarak artması” ve ayrıca “proletaryanın daha da hızlı katlanarak büyümesi” ve “işçi sınıfı için tüm mülkiyet sahipliğinin ve işsiz kalmama güvencesinin bütünüyle yıkılması” demekti. Yani sanayileşmenin ve makinaların devreye girmesi küçük işletmeleri ve kendi namına çalışanları yok ederek, insanları, yurt içinde ve dışında pazar payı elde edebilecek daha iyi teknolojili ve daha düşük maliyetli büyük şirketlere yönlendirir.


Ampirik kanıtlar da Engels’in tezini destekler. Carl Frey, Sanayi Devrimi’nin ilk icatlarının ağırlıklı olarak emeğin yerini aldığını düşünür: “Eğer teknoloji mevcut işlerde emeğin yerini alıyorsa, ücretler ve milli gelirden emeğe düşen pay düşebilir. Ancak bunun aksine, eğer teknolojik değişim emeği artırıyorsa, işçileri mevcut görevlerde daha üretken hale getirecek veya tamamen yeni emek-yoğun faaliyetler yaratacak ve böylece emeğe duyulan talebi artıracaktır.”


Başka bir ifadeyle, üretim ve ücretler arasındaki ayrışma teknolojinin emeğin yerini aldığı bir dönem olması itibarıyla doğrudur. Ev içi sistemde çalışan zanaatkâr işçilerin yerini genellikle pazarlık gücü çok az olan ve genellikle ücret almadan çalışan çocukların bakımını yaptığı makinalar almıştır. “Sermayenin gelirdeki payının artması, teknolojik ilerlemeden elde edilen kazanımların çok eşitsiz dağıldığı anlamına geliyordu: şirket kârları, bunları fabrikalara ve makinelere yeniden yatıran sanayiciler tarafından ele geçirildi”.


İşçilerin yeni teknoloji ile işinden olması ve nominal ücretlerin durgun kalması nedeniyle ücretler ile verimlilik artışı arasında giderek büyüyen bir farkın olduğu dönemi Robert Allen, özellikle Napolyon Savaşları’nın sona ermesinden Engels’in Manchester’a gelişine kadar geçen süreyi ‘Engels duraklaması’ şeklinde tanımladı.





Gel gelelim Engels madalyonun öteki yüzünü de sunuyor. Yeni teknolojiden kaynaklanan düşük maliyetlerin yarattığı yeniden istihdam da dahil olmak üzere “başka koşullar” da söz konusudur: “üretimi artırıcı sınai güçlerin uygulanması, zaman içinde üretilen maddelerin fiyatında bir düşüşe ve dolayısıyla tüketimde artışa yol açar ve işten çıka­rılmış işçilerin büyük bir kesimi uzun süren güçlüklerden, acılardan sonra en sonunda yeniden iş bulur.”


Engels, Malthusçu açıklamayı şiddetle reddetti. Nüfus artışı, artan istihdam fırsatlarına bir yanıttır, tersi değil: Ancak bu argüman kapitalizm için bir özür değildir, çünkü yeni işler uzun soluklu değildir: “İşçi, yeni bir branşta işi tam öğrendiği bir sırada, eğer bunu da gerçekten başarırsa, o iş de elin­den alınır ve bunun yanı sıra ekmeğini kazanma güvencesi­nin son kalıntıları da ortadan kalkar”.


Ve işçilerin kendi görüşlerini dikkatle not eder: “Makinelerin iyileştirilmesi so­nucu ücretlerin genelde düştüğünü bütün işçiler söylüyor. Makinelerin, işçi sınıfının koşullarını iyileştirdiği yollu burjuva savının yalan olduğu, fabrika yörelerindeki her işçi top­lantısında en güçlü biçimde ilan ediliyor.”.


Engels (ve görüştüğü işçiler) 1840’ların Britanya’sında reel ücretlerin artmadığı konusunda haklı mıydı? Ekonomi tarihçileri o günden bu yana genel olarak aynı kanıda. "Engels’in duraklaması" doğrulandı. Kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasıla büyürken, İngiliz işçi sınıfının reel ücretleri nispeten sabit kaldı.


“Reel ücretler” üzerine yapılan iki temel çalışma İngiltere’de bir ekonomik bunalım dönemi olan 1805-1820 yıllarında ücretlerin sabit olduğunu gösterdi. 1830’larda bir toparlanma yaşansa da “aç 40’lılar” olarak anılan dönemde, 1846’da Tahıl Yasaları’nın lağvedilmesine kadar gıda fiyatlarında devam eden artış nedeniyle reel ücretlerde önemli bir düşüş yaşandı. Kırklı yıllar boyunca 1841 ve 1847’de iki iktisadi bunalım yaşandı ve Engels’in çalışması her ikisinin de kapsamaktaydı. 1847’ye gelindiğinde reel ücretler en iyi ihtimalle on yıldan fazla bir süredir durgun durumdaydı.





Engels’in vardığı sonuç, düşük ücretlerin temel nedeninin işverenlerin sendikasız işçiler üzerindeki gücü, makineleşme tehdidi ve kapitalizm altındaki endüstriyel döngüydü. Bu sonuç 175 yıl sonra hâlâ geçerlidir.


 --------------------------------------------------------------------------------

566 views0 comments

Comments


bottom of page