Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD)’ın verilerine göre 2021 yılında 28.5 trilyon dolarlık küresel ticaret hacmi 2022 yılında 32 trilyon dolara ulaştı. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ise 2023 yılı için jeopolitik gerilimler, gıda piyasasındaki arz sıkıntıları, enflasyon karşısında faiz artışlarının olumsuz etkileri ve finansal piyasalardaki belirsizliğin etkileriyle küresel mal ticareti hacminin bu yıl yüzde 1,7 büyümesi beklendiğini raporlandırdı. Küresel mal ticareti büyüme tahminlerine göre 2024 yılında 3’ün üzerine geçmesi bekleniyor.
DTÖ verilerine göre Türkiye’nin dünya mal ihracatındaki payı 2022 yılında yüzde 1,02 düzeyinde iken dünya mal ithalatındaki payı yüzde 1,42’tır. Yine 2022 yılı küresel hizmet ihracatındaki payı yüzde 1,27 iken küresel hizmet ithalatındaki payı yüzde 0,60 düzeyindedir. Ticaret Bakanlığı 2022 yılı dış ticaret istatistiklerine göre ise 2022 yılında bir önceki yıla göre, ihracat yüzde 12,9 oranında artışla 254,2 milyar dolara, ithalat ise yüzde 34,3 oranında artışla 364,4 milyar dolara erişti. Dış ticaret açığı 110,2 milyar dolara çıkarak 1996 yılından bu yana görülen en yüksek dış ticaret açığı rakamı oldu. Ancak bu verilerde bir detay yer almaktadır: 2022’de ticaret son 27 yıldaki en yüksek seviyeye erişti.
Massimo De Angelis, günümüzdeki ticaret modellerini kapitalizm öncesi ticaret faaliyetlerinden ayıran özelliğin kapitalist yeniden üretimin karakteri olduğunu yazmıştı.[1] Çağdaş ticaret, belirli bir pazar ölçeğinde mübadele ve rant ilişkilerini üretmesinin dışında, metadışı alanları metalaştırarak ticaretin daha doğrusu kapitalizmin etkinlik alanını genişletir. De Angelis’in çerçevesini izlersek üretimin küresel niteliği sonucunda oluşan meta zincirinin her bir parçası birbirine bağlı olduğundan ötürü ticari faaliyetler şirketler arası olmaktan çıkarak, sermayenin uluslararasılaşmasının seyrine göre biçim kazanır. Bu denli yoğunlaşan ticari faaliyet Türkiye'yi küresel kapitalizmin etkinlik sahasının ötesine taşıyarak devletin uluslararasılaşmasını hızlandırmaktadır.
Bu yazıda küresel sermaye hareketlerinin bir ifadesi olarak ticaret üzerinden sermayenin ve devletin uluslararasılaşmasının Türkiye’yi ne derece etkilediğini, uluslararası sermayenin taleplerine başta lojistik dahil nasıl yanıt üretmeye çalışıldığına dair bir kesit sunulacak.
***
Sermayenin uluslararasılaşması en yalın ifadesiyle yeni üretim ve karlanma alanlarının yaratılması ile artık-değerin artırılması ve realizasyonu için geliştirilen stratejilerin bütünüdür. Emperyalist ilişkilerin güncel yansımalarına paralel yeni uluslararası yapının oluşumu, küresel ticaretin ve tedarik zincirlerinin dönüşümünü, ülkelerin işbölümündeki pozisyonlarını ve ulusal ölçekte emek rejimlerinin niteliğini de etkiler. Sermayenin uluslararasılaşması aşamasında -Nicos Poulantzas’ın vurguladığı üzere- sanayi sermayesi ve banka sermayesinin finans sermayesi içinde kaynaşma eğilimi göstermesi, sermayenin genişleyen yeniden üretim döngüsü içinde üretken sermayenin yoğunlaşması ile mali sermayenin merkezileşmesi arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaz.[2]
Küresel ticareti yukarıdaki teorik kesitten hareketle değerlendirdiğimizde basit bir para ve mal alışverişi olmadığı, sermayenin uluslararasılaşmasına paralel devlet biçiminin dönüşümüyle ilerleyen ilişki biçimi olduğu görülmelidir; bu da devletin uluslararasılaşması ya da uluslararasılaşmış devlet biçiminin kendisidir.
Uluslararasılaşmış devlet biçimi denildiğinde birbirine bağlı olan iki önemli olgunun varlığından bahseden Göksu Uğurlu, uluslararası temsile ve ulus-devletin niteliğine dikkat çeker. İlki, temsili gerçekleştirilenin niteliğine ilişkindir. Emperyalizmin dönüşümünün de temelini oluşturan bu boyut, uluslararası sermaye ile ulusal sermaye arasındaki ayrımın yer yer bulanıklaşmasından; yer yer de devlet biçiminin yerel olanı, dışsal olanın önüne geçirdiği eski toplumsal yapıdan yeni bir yapıya geçmesinden kaynaklanmaktadır. İkincisi, devletin uluslararasılaşmasının, ulus-devletin ortadan kalktığı gibi bir sürece gönderme yapmamasıdır. Dünya Bankası raporlarının devlet odaklı olması da bu durumun bir uzantısıdır. Ulus-devletin eridiği, gücünü kaybettiği iddiaları her ne kadar güncelliğini yitirmiş olsa da bir dönemin gündemini belirlemekteydi ve hala aynı kuramsal öncüller dönüşümü açıklamakta yetersiz görünmektedir.[3]
Burada dikkat edilmesi gereken husus “uluslararasılaşma” denildiğinde devletin ulusal ölçekteki gücünün veya mahiyetinin kaybolması değil; biçim değişikliği ve işlevlerinin yeniden tanımlanmasıdır. Türkiye kapitalizmi de inşaata dayalı birikimin tıkanmaya başlaması ve salgının küresel tedarik zincirlerinde yol açtığı sorunlara müteakip küresel kapitalizmdeki pozisyonunu güçlendirmeye yönelik çeşitli stratejiler izlemeye başlamıştır. Kuşkusuz en belirgin ve belirleyici olan strateji, küresel ticaret, uluslararası nakliyat ve lojistik sektöründe jeopolitik konumu öne çıkaran, işgücü piyasasının ve emek süreçlerinin avantajlarını sunan pazarlama stratejisidir. Ne var ki bu strateji, yeni tip bağımlılık ilişkilerini üretmekle kalmayarak ülkeleri uluslararası sermayenin çelişkilerini ve risklerini boşaltabileceği atık alanına dönüştürmektedir.
Uluslararası işbölümünün oluşumunda iki temel faktör, hem küresel ticaretin ve ekonomik etkinliğin bölgesel seyrini hem de devletlerin egemenlik hakkını nasıl kullanacağını şekillendirir. İlki, emperyalist devletler ve çok uluslu sermaye gruplarının bağımlılık ilişkileriyle finansal ve jeopolitik riskleri dışsallaştırma kapasiteleri; ikincisi, bu risklerin yoksul ülkeler ve ulusal sermayeleri tarafından içselleştirilme şekilleridir. Çok uluslu sermaye grupları finansal sermayenin spekülatif hareketleriyle veya doğrudan yabancı yatırımlarla hareket ederken DTÖ, IMF, Dünya Bankası gibi kurumların iktisadi baskı mekanizmalarını ve Uluslararası Tahkim gibi yargı sistemlerinin hukuksal zorunu kullanarak sermaye egemenliğini inşa eder.
Sermaye egemenliği ile bir devletin egemenlik hakkı arasındaki ilişkinin çatışmalı ve çelişkili yapısı kaçınılmazdır ancak sermayenin egemenliği mutlak olarak zayıflamış bir devleti gerektirmez. Aksine, çok uluslu sermayenin bir ulus-devlet ölçeğinde farklı sermaye gruplarıyla rekabeti veya güçlü emek muhalefeti karşısında avantajlı hale gelmesi için etkin devlet aygıtına ihtiyacı vardır. Emperyalist çelişkiler ve sermayenin potansiyel riskleri dışsallaştırılırken, bunları içermeyi kolaylaştıracak ulusal ya da uluslararasılaşmış sermayenin varlığı devletin varlığına (piyasayı hukuksal ilişkilerle veya ekonomik araçlarla düzenleme, sınıflar arası ilişkileri düzenleme, emek üzerinde kuracağı baskı, vb. kapasitesine) bağlıdır.
Küresel sermayenin dışsallaştırdığı riskler taşeron firmalar tarafından içselleştirilir; taşeron firmaların riskleri içselleştirebilmesi ise üretimdeki her tür değişikliği deneyebilecek esneklikteki bir işgücü piyasasını gerekli kılmaktadır. İşgücü piyasasının yapısı, ücretler, çalışma koşulları gibi başlıklar burada devreye girmektedir; esnek işgücü piyasasının kurumsallaşması, riskleri içselleştirmeye dönük yönetim ve ilksel birikim politikaları, kuralsızlaştırma ve özelleştirme uygulamaları çok uluslu sermayenin karlılık sürecinin köşe noktalarını oluşturur. Metin Özuğurlu’nun vurguladığı üzere neoliberal strateji ile çok uluslu sermayenin söz konusu stratejisi arasında simbiyotik ilişki bulunur.[4]
***
Türkiye kapitalizminin altın çağını AKP döneminde yaşaması, ideal koşulların kozmolojik rastlantısal biraradalığından ziyade, neoliberal ölçekte parti ve devletin şimdiye kadarki en iyi formunda özdeşleşmesinden, başkanlık sistemi dahil devletin yeniden düzenlenmesinden, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız simbiyotik ilişkinin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Açıkça görülmektedir ki, bütün ekonomik ve sosyal maliyetlerine, dış ticaret açığı, kur sorunları, vb. karşın mutlak öncelik üretim ve ticari faaliyetlerin yoğunlaştırılmasıdır. Küresel meta ve tedarik zincirleri üzerindeki konumunu güçlendirmeye dönük içeriye ve dışarıya dönük adımların başında ise kuşkusuz ticaretin atar ve kılcal damarlarını oluşturan (coğrafi konumun tamamlayıcısı mahiyetinde) lojistik gelmektedir.
EU Chamber of Commerce in China - The European Business in China Position Paper 2022/2023[5] Raporuna göre gerek ABD ve Çin arasında yaşanan ticaret savaşının siyasi etkisi hem de salgın zamanında tedarik zincirlerindeki kırılganlığın ortaya çıkmasının etkisiyle Avrupalı şirketlerin Çin'de uzun süre kalmak istemediği not edilmişti. 2022 yılında Çin'de bulunan Avrupa Ticaret Odası üyeleri arasında yapılan ankete göre katılımcıların neredeyse dörtte biri mevcut veya planlanan yatırımlarını Çin dışına taşımayı değerlendirdi. Yatırımları Çin'den başka pazara kaydırmayı düşünenlerin oranı yılın başına göre iki kattan fazla arttı.[6]
Küresel sermayeyi ve düşünce kuruluşlarını yakından izleyen Türkiye’deki sermaye grupları bu doğrultuda aksiyon almaktadır. Salgının ilk zamanlarında İTO Başkanı Şekib Avdagiç, "Artık birçok Avrupalı ve Amerikalı şirket, Çin'de üretimi ya da Çin'den tedarik seçeneğini ciddi şekilde sorguluyor. Akrep ve yelkovan, hiç olmadığı kadar Türkiye ve Türk özel sektörü lehine dönüyor." demişti. Bundan bir yıl sonra MÜSİAD'ın "Z Raporu" dergisinin Ekim sayısında benzer bir görüş takip etti. Salgın ve savaş nedeniyle ortaya çıkan tedarik zincirindeki kalıcı değişimin Türkiye'yi en güçlü aktör haline getirdiği, sanayicilerin de bu değişimde yer alması için kapasite artışı gerektiği yazıldı. 2023 yılında TÜSİAD’ın düzenlediği “Sürdürülebilir Tedarik Zincirleri ile Dönüşen Ekonomiler” konulu konferansta Orhan Turan, Avrupa Birliği’nin istikrarsızlaşan dünyada rekabetçiliğini güçlendirmek, bağımlılıklarını azaltmak, tedarik zincirlerini daha dayanıklı hale getirmek amacıyla ticaret politikalarını yeniden gözden geçirdiğini, ihracat önemli seviyelere ulaşmakla birlikte, potansiyelin yüzde 50 altında bulunduğunu söyledi. Turan, “Tedarik zincirinin rekabetçi bir aktörü olmalıyız” dedi.
TÜSİAD’ın verilerine göre birden fazla sınırdan geçen ithalat ve ihracat, Türkiye'nin brüt mal ve hizmet ihracatının üçte birini oluştururken, motorlu taşıtlar, metaller, giyim, makine ve elektrikli ekipman gibi küresel değer zinciri sektörleri, mal ihracatının yüzde 60'ını oluşturmaktadır. Mal ve hizmet akışkanlığını sağlamak için lojistik altyapının güçlendirilmesi, meta dolaşımının önündeki fiziksel engellerin kaldırılması kaçınılmazlaşmaktadır. AKP’nin seçim beyannamesine göre:
1) Ulaştırma alanında karayollarında 2028'e kadar 1760 kilometre, 2029-2035 yıllarında ise 3 bin 767 kilometre yeni otoyol inşası gerçekleştirilecek.
2) Lojistik üs yapma hedefi doğrultusunda demiryollarının 2023'te ulaştırma yatırımlarındaki payı yüzde 60'lara ulaştırılacak. Hızla devam edecek demiryolu yatırımları kapsamında 4 bin 244 kilometre hızlı tren hattı ve 545 kilometre konvansiyonel tren hattı inşası gerçekleştirilecek.
3) Yeni havalimanı ve mevcut havalimanlarının genişletilmesi projelerine 3.2 milyar dolarlık yatırım yapılması öngörülürken, havalimanı sayısı 61'e çıkacak. Yapımı devam eden Çukurova Bölgesel Havalimanı en yakın sürede tamamlanacak, yapımına başlanan Bayburt Gümüşhane Havalimanı ve Yozgat Havalimanı da bu yıl hizmete açılacak.
4) Türkiye’yi orta koridorda lojistik üs haline getirme hedefiyle, lojistik merkez sayısı 13'ten 26'ya çıkarılacak, Tekirdağ, Mersin, İskenderun ve Kocaeli illerinde 4 yeni kuru liman yapılacak.
5) Mevcut 13 lojistik merkeze ilaveten 2028'e kadar Habur, Kemalpaşa, Sivas, Karaman, Tatvan Bitlis, Mardin, Yeşilbayır İstanbul, Çerkezköy Tekirdağ, Bozüyük Bilecik, Boğazköprü Kayseri, İyidere Rize, Filyos ve Çandarlı Lojistik Merkezleri hizmete açılacak.[7]
Rafeef Ziadah, kapitalist ticaret ve lojistik arasındaki bağı yazarken günümüzde karmaşık, ağ tipi altyapılar ve uluslararası tedarik zincirleri aracılığıyla meta dolaşımı yönetiminin çağdaş kapitalizmin temelini oluşturduğunu yazmıştı.[8] Otoyolların yapımı ve iyileştirilmesi, deniz taşımacılığında limanların ve konteynerlaştırmanın artışı, demiryolu ağlarının ve sefer sayılarının çoğaltılması, yeni havalimanlarının inşası, meta ve tedarik zinciri üzerindeki bir ülkeyi nexus[9] pozisyonuna kavuşturmakta, dolaşımın hızlanmasına paralel büyüme oranlarını iyileştirmektedir. Yasal rejimleri, yatırım ve finansman düzenlemelerini garanti etmek için -uluslararasılaşmış- kapitalist devlet sayesinde ancak bu mümkün olabilecektir.
AKP’nin seçim beyannamesindeki vaatlerini gerçekleştirip gerçekleştirmemesinden bağımsız, lojistik altyapı ve ağlara dair yatırım planlarına devam etmesi Türkiye egemen sınıflarının üretim ve ticaret paradigmasıyla ilgilidir. IMF'nin en son yayınladığı Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda göze çarpan detaylardan birisi küresel değer üretimi doğuya kaymasıdır. Aşağıdaki grafiklerden görüleceği üzere doğu ve batı arasındaki küresel büyüme oranları makası açılmaya devam etmektedir. Daha önce sitemizde yayınlanan Ebubekir Aykut ve Göksu Uğurlu’nun yazısında çizdiği çerçeve lojistik ağının kapitalizmin mekânsal düzenlenişindeki konumuna dair fikir sunacaktır: 2015 sonrası ABD ve Avrupa’nın politik ve ekonomik model olarak etkisi zayıflamıştı, bağımlı ülkeler kriz içinde (doğrudan Batı merkezli uluslararası sermaye akışlarına bağımlı olmayan) yeni birikim stratejileri için arayışlardaydı. Çin ise 2008-2009 krizi sonrası daralan ihracat pazarlarının yarattığı krizi içeride (artan çimento, demir ve çelik kullanımından da görüleceği üzere) inşaata, altyapı projelerine ve mega projelerine dönerek geçici olarak aşmıştı. Ancak 2015 sonrası Çin’in “mekânsal çözümü” sınırlarına dayanmış, ülke içeride tüketimi (gelirleri artırarak ve/veya tüketici kredi olanaklarını genişleterek) artırmanın yanında ülke dışına altyapı, inşaat ve madencilik sektörlerine (“İpek Yolu”nu canlandırmayı amaçlayan “Tek Kuşak, Tek Yol” projesi, Afrika’da yol yapımı ve maden arama ve çıkarma vb.) sermaye ihracına yönelmişti. Dahası artık Çin merkezli finans sermaye formunda uluslararası akışlardan bahsetmek mümkün. (bkz. Çin’in önerdiği Asya Altyapı Yatırım Bankası vb.) Türkiye de oluşmakta olan yeni iktidar bloğu çerçevesinde Çin’in bu yayılımına eklemlenmenin bir parçasına dönüşmektedir.[10]
Çin’in hegemon konumu ve küresel değer üretiminin doğuya kayması; BRICS’in üye sayısının artması ve üye ülkelerinin toplam gayrisafi yurt içi hasılalarının küresel hasılanın 4'te 1'inden fazlasını teşkil etmesi; Avrupa’nın pazar yapısını yeşil mutabakat, dijital dönüşüm, ikiz dönüşüm gibi yeni birikim ve değerlenme süreçleriyle korumaya çalışması; ABD'de Enflasyon Azaltma Yasası gibi yeni yasalarla üretimi ulusal ölçeğe çağırma (reshoring) ve şirketlerin rekabet gücünü artırma girişimleri bir bütün olarak Türkiye kapitalizminin (üretim ve emek süreçleri) ve devlet biçiminin dinamiklerini belirlemektedir. Eksen kayması tartışmasının siyasal etik ve değerler üzerinden değil, bilakis, üretim ölçeğinden yapılması gerekmektedir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Massimo De Angelis, “Marx's Theory of Primitive Accumulation”, https://files.libcom.org/files/4_02deangelis.pdf
[2] Nicos Poulantzas, Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, Çev. Şule Ünsaldı, Epos Yayınları, 2014
[3] Göksu UĞURLU, ULUSLARARASI DÜZENLEME VE DEVLETİN DÖNÜŞÜMÜ: DÜNYA BANKASI’NIN “İŞ ORTAMI” RAPORLARI ÜZERİNE, Alternatif Politika, Aralık 2019 https://alternatifpolitika.com/site/cilt/11/sayi/ozel/3-Ugurlu-Uluslararasi-Duzenleme-ve-Devletin-Donusumu.pdf
[4] Metin Özuğurlu, Anadolu'da Küresel Fabrikanın Doğuşu, Halkevleri Emek Çalışmaları Merkezi, 2005, s. 101
[5] https://www.europeanchamber.com.cn/en/publications-position-paper
[6] Avrupalı şirketler Çin yatırımlarını başka pazarlara kaydırmayı değerlendiriyorlar, https://foreks.com/haber/detay/62739abfcff47e000102ab12/PICNEWS/tr/avrupali-sirketler-cin-yatirimlarini-baska-pazarlara-kaydirmayi-degerlendiriyorlar
[7] Yeni dönemde demiryolu yatırımlarına öncelik verilecek, https://www.patronlardunyasi.com/haber/Yeni-donemde-demiryolu-yatirimlarina-oncelik-verilecek/281294
[8] Rafeef Ziadah, “Logistical landscapes: Corporate power and capital in the maritime industry”, Socialist Register 2023: Capital and Politics, Vol 69, p. 48-49, 51, 53, 59
[9] Nexus, farklı yolların güzergâhların kavuştuğu bir kavşak noktası anlamına geldiği gibi, Roma’da borç köleliğine verilen isimlerden birisidir. Küresel ticarette yüksek iç ve dış borcun yarattığı kırılganlık, bağımlılık ilişkilerini de pekiştirmektedir.
[10] Göksu Uğurlu ve Ebubekir Aykut , “Genel Kabul Görmüş İktisat Bilimi Kuralları” ve Yeni Birikim Modeli, https://www.siyasaliktisat.com/post/yeni-birikim-modeli-ugurlu-aykut
Comentarios