top of page
Writer's pictureSiyasal İktisat

Karl Marx ve Marksist Devlet Teorisinin Varyantları - Kansu Yıldırım

Updated: Jun 5, 2020

“…devlet makinesi, yönetim aygıtı ve organı, her zamankilerdir: sürekli ordu, polis, pratik olarak görevden alınamaz, ayrıcalıklı, halkın üstüne konmuş memurlar topluluğu.”

V.I. Lenin[1]

Giriş

Karl Marx’ın kapitalist devlet üzerine Das Kapital’in kapsamına eşdeğer bir çalışmasının bulunmadığı, kapitalist devlete özgü analitik bir teori geliştirmediği bilinen bir gerçektir. Kapitalist devlete ilişkin derinlikli yaklaşımlar ve kavramsallaştırma girişimleri Marx sonrası düşünürlerde görülmektedir. Friedrich Engels, V. I. Lenin, Leo Trotsky, Antonio Gramsci, Louis Althusser, Nicos Poulantzas, Bob Jessop gibi isimlerin çalışmalarında Marx’ın metinlerinden hareket ederek dönemin özgül toplumsal üretim ilişkilerini, toplumsal sınıfların yapısını, siyasal rejim şekillerini ele alan çerçevelere rastlamak mümkündür. Marx’ın devlete dair çıkarsamalarda bulunduğu eserleri de dahil, Marksist devlet teorisine giriş ve geliştirme niteliğinde kabul edilebilecek yaklaşımlar hemen hemen a) kapitalist üretim tarzının özgül niteliklerine işaret eder, b) sermaye birikim sürecinde sınıf mücadelesini merkeze alır, c) siyasi ve ekonomik boyutlar arasındaki ilişkilerin etkileşimine (özerklik/bağımlılık) dikkat eder, d) devlet iktidarının yapısında sınıf ve sınıf-dışı çıkarları analize yerleştirir, e) devlet aygıtlarının fonksiyonlarını ve birbiriyle ilişkisini göz önünde bulundurur.[2] Kimi çalışmalarda ekonomik ve siyasi düzlemi yönetici sınıf dolayımıyla eşitleyen araçsalcı görüş, kimi çalışmalarda sermaye birikim sürecinde sınıf mücadelesinin rolü, kimi çalışmalarda ise siyasi öznelerin müdahalesine açık olmayan yapısal faktörlerin belirlenimi ön plana çıkar.

Devleti bağımsız bir değişken olarak ele almaktan, tarih dışılaştırmaktan kaçınan Marksist yaklaşımların farklı okuma biçimleri ve kavrayış modelleri, çeşitlilik ve zenginlik barındırması kadar, kapitalist devlet çözümlemelerine dair ikna edici ve teorik dizgede erişilebilir bir “güçlü teori”nin geliştirilememesine de yol açmaktadır. Jessop’ın geliştirdiği “güçlü teori” kavramsallaştırmasıyla tek bir nedensel mekanizmalar dizisi bağlamında bütünleştirilmiş ve kapsayıcı bir açıklamanın gerekliliği kast edilmektedir.[3] Ne var ki, böylesine bir güçlü kuram, konjonktürden uzağa düştüğü için, devletin kurumsal yapısı ve işleyiş özelliklerine dair genel-geçer bir tanımlamada bulunamadığı için geliştirilememektedir. Bunun karşısındaki “zayıf teori” kavramsallaştırma ise, tüm parçaları belirlenimci bir şekilde açıklamaktan kaçınan, Marksist analizleri besleyecek yararlı bir dizi teorik ilke ve yönelim anlamına gelmektedir. “Zayıf teori” içerisinde devletle ilişkili çok sayıdaki belirlenimin bir araya gelerek karmaşık bir sentez oluşturur ve her bir kavrayışın nerelerde ayrıştığını ve nerelerde birleştiğini gösterirken kolaylık sağlar.

Emek-değer teorisi veya sınıf teorisinde olduğu üzere Marx’ın devlet teorisi üzerine belirli bir plana endeksli çalışmasının bulunmayışı klasik temalar üzerinden çeşitlemelerle günümüze kadar ulaşan çok sayıda yaklaşıma kapı aralamıştır. Bu yazıda iki kademeli bir akış izleyerek mevcut Marksist devlet tartışmalarını ana hatlarıyla sergilemeye çalışacağız. Marx’ın gazete yazıları, mektuplaşmaları ve kitapları üzerinden devlet nosyonuna tarihsel yaklaşımını ilk kademede inceleyeceğiz. İkinci kademede, Marx sonrası klasik temalar ve bunlara yirminci ve yirmi birinci yüzyılda eşlik eden düşüncelere yer vereceğiz. Böylelikle Marksist devlet teorisi olarak tanımlanabilecek tek bir “güçlü teorinin” bulunmadığı, her toplumsal formasyonun kendi koşulları ve sınıf ilişkileri etrafında biçimlenen devlet teorilerinin tartışmalarla birlikte geliştirildiği görülecektir.

Marx’ın Düşüncesinde Devlet Teorisinin İzlekleri

Marx’ın Rheinische Zeitung’ta yazdığı dönemdeki köşe yazıları ve erken dönem eserleri incelendiğinde Prusya Devletinin teşkilat modeline ve siyasal motivasyonuna bağlı olarak modern devlet hakkında bir sonuca ulaştığını belirtebiliriz. Marx, on dokuzuncu yüzyıldaki devleti, basit ve genişletilmiş yeniden üretim süreçlerinde önem taşımayan, “parazit” pozisyonunu sürdüren bir kurum nitelemiştir.[4] Hegelci felsefeyle olan ilgisinin de etkisiyle, Marx’ın gençlik döneminde modern devlet, sivil toplumun egoizminde temellenen uzlaşmaz çelişkilerin bir ifadesi olarak karşımıza çıkar. Hegelci mistik idealizmde devlet-sivil toplum ve evrensel-yerel arasındaki ayrımlar devlet içerisinde kendi bütünlüğüne ulaşır. (Kapitalist kolektif ideallikten ziyade) tekil bireylerin ortak çıkarlarını yansıtan ideal yurttaş birliği olarak devletin varlığından söz edilebilir.[5] Marx, Hegel’in Devlet Öğretisinin Eleştirisi’nde Hegel’in devlet ve sivil toplum arasında ortaya koyduğu ayrım fikrini kabul eder, sivil toplumu bireylerin taleplerinin belirlendiği ekonomik hayatın alanı olarak kavrar ancak devletin evrensel çıkarlar temelinde hareket ettiği düşüncesine uzaktır.[6] Yine de bu kavrayışın içerisinde çözüm olarak “demokratik yönetim” alternatifi, “devlet ile halk arasında sahici bir birlik” gibi çeşitli temalar da bulunmaktadır.[7]

Marx’a göre devlet içerisindeki görevli bürokratlar-teknokratlar “kamu yararını” temsil etmediği gibi, kamu yararı güden hizmetleri yerine getirmekten ziyade belirli siyasal kliklerin tekil çıkarlarının gerçekleştirilmesi amacıyla sivil toplum üzerinde sömürücü bir yapıya sahiptir.[8] Marx söz konusu kavrayışı daha da ilerletir ve devleti, yöneticilerin özel mülkü biçiminde formüle eder. Devlet, toplumsal sınıfsal yapıda farklı çıkarların kombinasyonunu sağlamada ve diğer çıkarların gerçekleştirilmesinde kullanılan bir örgütlenme biçimidir.[9]

Bu noktada, Louis Althusser ve Ernst Mandel’in farklı teorik pozisyonlardan devlete dair başlattıkları tartışmaları izlediğimizde, Marx’ın Hegelci felsefenin etkisi altındayken devlete ilişkin özgün bir boyutu kaçırdığını söyleyebiliriz.[10] Genç Marx’ın liberal radikal siyasi düşünceyi benimsediği dönemde, kapitalizmi henüz bir üretim tarzı olarak kodlamamaktadır. Bu nedenle üretimin örgütlenmesi, yeniden-düzenlenmesi ve yeniden üretim gibi kapitalist ilişkilerin varoluşu açısından devletin nasıl bir önem taşıdığını “henüz keşfetmemiştir”. Marx, devleti, Asyatik üretim tarzı üzerine çalışmalarında yer verdiği “komünal” üretim tarzı bağlamında parazit karakterini koruyan bir yapıda kavrar.[11]

İlerleyen dönemlerde Marx’ın düşünce sisteminde Hegelci felsefenin etkisinin azalmaya başlamasına paralel devlete ilişkin görüşlerinde farklılaşma başlar. Allen Oakley’in belirttiği üzere, Marx 1844 yılında “Modern Devlete İlişkin Bir Çalışma İçin Taslak Plan” çıkarmaya hazırlanmaktadır. Marx’ın devlet üzerine oluşturduğunu tahmin ettiği en ayrıntılı Planın aşağıdaki gibi yazıldığını tahmin etmektedir:[12]

1. Modern devletin doğuşunun tarihi ve Fransız Devrimi.

2. İnsan hakları beyannamesi ve devletin teşekkülü.

3. Devlet ve sivil toplum.

4. Temsili devlet ve anayasa.

5. Kuvvetlerin dağılımı.

6. Yasama yetkisi ve yasama organları

7. Yürütme yetkisi, merkezileşme ve hiyerarşi.

8’. Yasama yetkisi ve hukuk.

8. Milliyet ve halk

9’. Siyasi partiler

9”. Genel seçim hakkı.

“Modern Devlete İlişkin Bir Çalışma İçin Taslak Plan”da Marx’ın sivil toplum temelinde, devletin siyasal ve idari yorumlanmasının ilk izlerine rastlamak mümkündür. Marx, söz konusu planda, maddi ilişkilerin üretilmesinde ve düzenlenmesinde, toplumsal işbölümü bakımından üstlendiği rollerini ve görevleri dışarıda tutarak, devleti üstyapısal kurumlar ve ilişkiler pozisyonuna yerleştirir. Anayasa, temsil, kuvvetler ayrımı, siyasal katılım, sivil toplum gibi başlıklara odaklanan Marx’ın 1844 yılındaki bu devlet planı, 1846 yılına kadar sürer.

28 Aralık 1846’da Annenkov’a yazdığı mektupta Marx, kademeli olarak iktisadi ilişkileri sürecin bir parçası haline getirdiğini berrak bir şekilde ifade eder: “Üretimin, ticaret ve tüketimin belli bir gelişmişlik düzeyi varsayıldığında, buna tekabül eden bir sosyal düzen, sosyal kurumların veya sınıfların tümünün bir organizasyonu, tek kelimeyle bir sivil toplum olacaktır. Böylesi bir sivil toplum varsayıldığında da, ona uygun, sivil toplumun resmi ifadesinden başka bir şey olmayan bir siyasi düzen olacaktır”.[13] Burada Ahmet Tonak’ın da vurguladığı üzere, analitik düzlemde, ekonomik yapı ile üstyapı arasında yapılan ayrımın ön kavranışın emareleri söz konusudur: Bir tarafta sivil toplum ve devlet, diğer tarafta ekonomik düzen.[14]

Marx’ın düşüncesindeki devlet teorisinin 1840’lı yılların sonlarından itibaren değişmeye başladığı eserlerinden görülebilir. Marx’ın erken dönem eserlerine rengini veren “parazit” ve “mülk” bazlı devlet görüşünden vazgeçmeye başlar, “sınıf”, “üretim ilişkileri”, “üretim tarzı” kavramlarına analizlerinde merkezi bir konuma getirir. Bu açı farklılığı ilk başlarda epiphenomena olarak adlandırdığı “görüngü-olgular” görüşü etrafında belirir.[15] Marx, 1844 yılı sonrası çalışmalarında devlet yapısını ve devlet iktidarını, mülkiyet ilişkilerinden türeyen “yansıma” ilişkisi dolayımıyla ele alır. Mekanik açıklayıcılığın ağırlık kazandığı bu kavrayış, Feuerbach felsefesinin diyalektik izlerini taşır.

Mekanik tarzdaki yansıma ilişkisinin kristalize olduğu metin ise, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsöz’üdür. Önsöz’de hukuki ve siyasi kurumları, ekonomik yapıya dayalı üstyapı kurumlarının belirleyiciliğine bırakır.[16] Mülkiyet ilişkileri, üretim ilişkilerinin hukuksal ifadesinden başka bir şey değildir. Önsöz kapsamında, hukuksal ilişkilerin tüm varyasyonları ekonomik düzlemin ve üretim ilişkilerinin dolaysız tezahürleridir ve de mutlak görüngü-olgular mahiyetindedir. Yansımanın tekdüzeliğinden ve tek yönlü belirlenimciliğinden kaynaklanan mekanik öğeler daha sonra devlet analizlerinde baskın hale gelen araçsalcı devlet yaklaşımına da kapı aralamıştır.

Jessop’a göre Marx’ın Önsöz bağlamında benimsediği bu yaklaşım, devletin yapısını kendine-yeterli (otarşik) ve kendi kendine gelişen bir ekonomik temelin görüngü-olgular içeriğine sıkıştırmaktadır. Görüngü-olgular yaklaşımının içeriğinde sınıflar, söz konusu yansıma ilişkisinin sınırlarında ve saf ekonomik koordinatlara göre tanımlanmasından ötürü, devlet iktidarına yönelik kitlesel hareketler ve yürütülecek sınıf savaşımlarının basit birer ekonomik yansımalarına dönüşümü kaçınılmaz bir sonuç haline gelir.[17] Görüngü-olgular yaklaşımının altyapı ile üstyapı arasındaki örtüşmeye dair a priori tezleri tek yönlü belirlenimcilik nedeniyle bir takım sorunlara yol açar. Kerteler-arası hiyerarşiyi öne çıkaran “tek yönlü belirlenme” eleştirisi tam da araçsalcı devlet yaklaşımının bağrında yeniden üretilir. Devlet, üretici güçlerin gelişimi ve sınıf mücadeleleri arasındaki “zamansal (temporal) deformasyon”a bağlı bir yapıya bürünür.[18]

Bu tip “zamansal deformasyona” dayalı bir yorumlama, devletin ekonomik düzeyde sınıfların yansıma ilişkilerine açık olduğu, herhangi bir sınıfsal odak tarafından kolaylıkla ele geçirilebileceği, kolaylıkla kontrol edilebileceği varsayımını kuvvetlendirmektedir. Daha sonraları Ralp Miliband[19] tarafından da detaylandırılan, araçsalcı yaklaşımın yapıtaşlarına göre devlet, tek bir sınıfın güdümü ve egemenlik alanı dışında tanımlanamayacak ölçüde belirli bir siyasal aktörle özdeşleştirilir. Devleti, sınıf egemenliğinin bir aracı olarak gören “araçsalcı” yaklaşımın en önemli ve temel sorunu, devletin tarafsız olduğu ve her sınıfın veya toplumsal gücün aynı şekilde ve etkinlikte “kullanabileceği” varsayımıdır.[20]

Belirtmek gerekir ki, Marx’ın eserlerinde saf bir şekilde araçsalcı devlet fikrine ilişkin detaylandırılmış pasajlar bulunmamaktadır.[21] Hatta, Fransa’da Sınıf Savaşımları ve Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire eserlerinde ortaya koyulduğu üzere devlet aygıtını kontrol eden çoğu kez yönetici sınıf değil, egemen sınıf fraksiyonlarıdır. Ayrıca devlet görevlileri (memurlar) çoğu kez yönetici sınıftan farklı bir sınıfa mensuptur.[22] Öte yandan, Ailenin Özel Mülkiyetin Devletin Kökeni eseri bağlamında Engels’in ve daha sonraki tartışmaları devam ettiren düşünürlerin eserlerinde araçsalcı bir devlet anlayışının izlerine de rastlamak mümkündür.

Marx, Önsöz çerçevesinde, biraz daha erken bir dilimde Grundrisse temelinde, daha sonra Kapital’in birinci ve üçüncü ciltlerinde metodolojik bakımdan devleti farklı bir konuma taşımaya başlamıştır. Önsöz’e atfen belirttiğimiz görüngü-olgular yaklaşımı, aslında Marx’ın epistemolojik kopuşa[23] bağlı olarak devlete ilişkin düşüncelerinin siyasal-iktisadi dolayıma girmeye başladığının göstergelerinden birisidir. Parazit-devlet yerine görüngü-olgular tipinde bir devlet formuna doğru ilerleyen Marx, Grundrisse ile birlikte nispeten uzun soluklu bir incelemeye soyunmuştur. Giriş kısmında kısaca belirttiğimiz üzere, Kapital’in tamamlanmamış bir proje olduğundan hareketle, tamamlanmamış dördüncü kitabın devlet üzerine olacağını anımsamak güç olmayacaktır. Dördüncü kitap planının varlığı Marx’ın 1858 yılında Ferdinand Lasalle ile Engels’e yazdığı mektuplardan bilinir.[24] Marx’ın iktisat bilimi ağırlıklı formülasyonlardan oluşan bir spektrum oluşturmaya koyularak devlete dair somut ve maddi birimler inşa etmeye çalıştığını Grundrisse’deki iki plandan gözlemleyebiliriz.

1857-1858 yılları arasında Grundrisse’de devlet üzerine iki planın izlerine rastlanabilir. 1857 yıllının Eylül ayında ilk planın öğeleri şunlardır: Burjuva toplumunun devlet biçiminde yoğunlaşması; “Üretken olmayan” sınıflar; Vergiler; Devlet Borcu; Kamu kredisi; Nüfus; Göç; Sömürgeler. 1857 Kasım’ında hazırlanan ikinci planın öğeleri (yerel ve uluslararası başlıklarda, içsel ve dışsal özellikleri açısından): Devlet ve burjuva toplumu; Vergiler-üretken olmayan sınıflar; Devlet borcu; Nüfus; Sömürgeler.[25] Marx erken dönem eserlerine kıyasla, hem Grundrisse’de hem de Önsöz’de artık devleti maddeci bir temelden yorumlamaya koyulur. Üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki farktan hareketle toplumsal formasyonların ekonomik yapısı ile hukuksal-siyasal-kurumsal yapıları arasındaki farkları berraklaştırarak, sivil toplum-devlet ayrımının kritik bir öneme sahip olduğu Hegelci sorunsaldan radikal bir kopuşa doğru yol alır.[26]


Marksist Devlet Teorisinin Marx Sonrası İzlekleri

Galip Yalman’a göre, Marx ve Engels metinlerinde devleti özgül üretim ilişkilerinin niteliklerine bağlı olarak farklılıklar gösteren, sınıflı topluma özgü bir biçim olarak kavramsallaştırmışlardır.[27] Buna göre Marksist perspektiften devlet, belirli toplumsal üretim ilişkileri bağlamında ortaya çıkan ilişkilerin tarihsel süreçlerde belirlenen somutlanma biçimidir. Belirli bir kronolojiyi takip ederek Marx sonrası Marksist devlet teorisinin genel hatlarını anılan perspektiften oluşturmak mümkündür. Marksist varyasyonlardan devlet-ekonomi, devlet-sivil toplum, devlet-sermaye ilişkilerini değişik ölçeklerde içselleştirerek yahut dışsallaştırarak kavrayan birkaç temaya ayırmak mümkündür. Klasik temaların iki ayrı koldan öncülü kabul edilen Lenin ve Gramsci ile Miliband ve Poulantzas tartışmasıyla adlandırılan araçsalcı ve yapısalcı yaklaşım şeklinde üç temel uğrak saptamak mümkündür. Şüphesiz Elmar Altvater, Claus Offe, John Holloway, Sol Picciotto, Fred Block, Bob Jessop gibi isimlerin devlet teorisine katkıları önemlidir ancak tümünü detaylı şekilde incelemek bu yazının kapsamını aşacaktır. Bu nedenle anılan isimleri özetleyerek Marksist devlet teorisi tartışmalarındaki başlıca uğrakları ortaya koymaya çalışacağız.

Leninist Yaklaşım

Lenin’in devlet konusuna ilişkin en keskin hatlara sahip eseri, Ekim Devrimi ve onu izleyen yıllarda Sovyet tipi devletinin de mimari kılavuzu kabul edilen Devlet ve Devrim’dir. Marx’ın Fransa’da İç Savaş eserine kadar uzanan Devlet ve Devrim’in siyaset teorisine katkısı, devrimci strateji ve devlet sorunsalına açıklık getirmesidir. Lenin, kapitalist devletin sönümlenmesi ve ilgasının sağlanması yolunda bu aygıtın ele geçirilmesi gerekliliği üzerinde uzunca durur. Engels’in Anti-Dühring eserinde geçen “Proletarya devlet iktidarını ele geçirir ve üretim araçlarını ilk aşamada devlet mülkiyetine dönüştürür. Ama böylece, proletarya olarak kendisini ortadan kaldırır, tüm sınıf farklılıklarını ve sınıf karşıtlıklarını ortadan kaldırır” ifadesi eşliğinde proletaryanın siyasal egemenliğini inşa etme sürecinde baskı ve zor aygıtlarına sahip olmak zorunda olduğunu, bunun için de devlet iktidarını ele geçirmesi gerektiğini yazar. Kapitalist devletin burjuvazinin baskı aygıtı olma özelliği, Marksizmin devlet hakkındaki en yaygın tariflerinden birisidir.[28] Devlet, toplumun genel örgütlenmesini ve kurumların kendilerini muhafaza edebilmesi amacıyla baskı gücünü toplumun genel gövdesinden ayırarak, belirli bir yönetici sınıf ve ayrıcalıklı memurlar topluluğuyla organize eden makinedir.[29]

Toplumsal üretim araçlarının mülkiyetinin azınlığın elinde olduğu bir toplumda, ezen sınıfları ezmek için gerekli şiddet kapasitesi devlet aygıtı vasıtasıyla sağlanır. Lenin’in altını çizdiği husus, “devletin sınıf karşıtlıklarının giderilemezliğinin bir ürünü ve ifadesi olduğudur”. Kapitalist devlet ele geçirilerek dönüştürülemeyeceğin ötürü, “kapitalist devletin sönümlenmesi” sürecinde sınıf savaşımında proletarya ve ezilen sınıflar, “sınıf egemenliği organını” ele geçirmek suretiyle egemen sınıflara karşı üstünlük sağlayabilir. Aksi halde “çok küçük bir azınlık için, zenginler için demokrasi” ve “kapitalist demokrasi”[30] devam eder ve “belirli bir sınıfın ezilmesine yönelik güç” anlamına gelen devlet[31] ezilen sınıfları ezmeye devam eder.

Taner Yelkenci’ye göre Marksist-Leninist siyasi analiz, bu bağlamda, “egemenlik” kavramına değil, “diktatörlük” kavramına başvurur çünkü siyasi iktidarın temeli kişilere değil, belirli toplumsal sınıfların varlığına dayanır.[32] Diktatörlük, klasik tanımıyla, bir kişi ya da grubun devlet kudretini elinde bulundurmak, sınır tanımadan uygulamak suretiyle kurduğu hakimiyet şeklidir. Antik Roma’da anayasal bir nitelik kazanmıştır; anayasal düzeni tehdit eden koşullarda konsül tarafından belirli süreyle atanan, yasa yapma-yasa kaldırma yetkilerinden yoksun bir yönetici vardır. Olağanüstü halle ilişkili ve yürütme kuvvetiyle (poli-teknik) belirlenmiş bu tip diktatörlük, on dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren anti-demokratik uygulamaları ve keyfiliği kapsayan bir kavrama dönüşmüştür.[33] Sovyet tipi proleter diktatörlük anlayışı olağanüstü hal koşullarına ve yasayla sınırlandırılmamış idari yapıya işaret etse de, yürütme dışında yasamayı da elinde bulundurmaktadır. Bu da proletarya diktatörlüğüne yönelik liberal karikatürleştirmeyi çürütür: Marksist siyasi literatürde diktatörlük kavramı idareye değil, siyasi iktidar sorununa içkindir; kuvvet-tekniğe veya uygulamaya değil, egemen konumda bulunan bir toplumsal sınıfa ve sınıf savaşımına da göndermedir.[34]

“Marx’ın egemen sınıf olarak örgütlenmiş” proletarya teorisi, işçi sınıfının siyasal egemenliği olarak “proletarya diktatörlüğüdür”. Diktatörlük biçimi, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da ifade ettiği üzere kapitalist devlet formunda proletaryanın burjuvaziye karşı siyasal üstünlük kazanması için, “devleti ‘egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryaya’ dönüştürme”[35] zorunluluğundan ileri gelmektedir. Devlet yapısı, Marx’ın 18 Brumaire’de, Engels’in Anti-Dühring’te Lenin’in Nisan Tezleri ve Devlet ve Devrim’de mutabık kaldıkları biçimde “kamusal güç” (bütünleşmeci yaklaşım) niteliğinde aygıtlar bütünüdür. Anılan durum “devletin yok olup gitmesi”nde aygıtların ele geçirilmesini ve aygıtlara içerik kazandırılmasını ön gerektirir.

Gramscici Yaklaşım

Gramsci’nin Hapishane Defterleri’nde yer verdiği devlet kavramsallaştırması, temsil mekanizmalarına ve siyasal alana sıkıştırılmış yönetim aygıtı olarak liberallerin vasıflandırmaktan kaçındığı kavrayışlarından daha fazlasını içermektedir. Çünkü liberal düşünce sistematiğinde devlet sadece atanmışlar-seçilmişler gibi kısır ikiliklerde bir iradenin cisimleşmesi olarak negatif anlamları haiz biçimde kullanılır. Bu da devlete şahsiyet kazandırarak, sivil topluma ve ekonomiye müdahale eden a pirori bir varlığa dönüştürür. Devletlerin üzerinde yükseldiği üretim tarzlarıyla olan bağıntılarının analizlere dahil edilmemesi nedeniyle tüm devlet tipleri ve biçimleri, sınıfsal rekabetten ve çatışmalarından izole bir şekilde tarih dışılaştırılır; mutlaklaştırılır.

Liberal metodolojinin bu tip toptancı ve indirgemeci kavrayışı, Gramsci’nin bütünlüklü analiz sistemi için öncelikle aşılması gereken bir durumdur. Çünkü Gramsci, devletin kolluk gibi zor gücü ile diğer kurumlardaki bürokratik, diplomatik, hukuki, vb. baskı pratiklerinin dışında kalan yığınların desteğinin ve rızasının kökenlerini sorgular. Bu aşamada devlet nosyonunun aldığı biçimleri Etik ve Kültürel Devlet ve Jandarma Devlet-Veilleur de Nuit Devlet şeklinde tasnifler.

David Forgas’ın Gramsci’nin yazılarının derlemesine karşımıza çıkan bu iki kategorik ayrım, tek bir devletin verili bir zaman ve mekandaki görünümleridir. Sivil toplum ve siyasal toplumun rastgele olmayan toplamında her bir başlık, toplumu kuşatırken mevcut koşullara göre yeniden düzenlenir. Kapitalist devletin işlevlerinin düzenlenmesi ve pratiği, siyasal toplumdan sivil topluma doğru bir destek arayışı sürecinde sadece yasal mekanizmalarla, polis-jandarma-istihbarat teşkilatlarıyla ya da vergi memurları ile sınırlı kalmaz. Devlet aygıtı, hem feodal üretim tarzından farklı olarak, hem de üretici güçlerin gelişmişlik seviyesinin ekonomi-dışı alanlardaki etkileri itibariyle, bireyleri ve kalabalıkları disipline ederek bedensel ve bilişsel bir kalıba sokmayı amaçlar. Tahakkümün yanında hegemonik aygıtlar olarak tarif ettiği yapının önemi burada açığa çıkar.

Gramsci’nin devlet teorisine katkılarından birisi bu noktada açığa çıkar. Kapitalist sınıfların gücünün baskı aygıtları ile sınırlı kalmadığı, bağımlı sınıfların düşüncelerini etkileme ve şekillendirme yeteneğiyle belirlendiğinin üzerinde durur. Hapishane Defterleri’nde dile getirdiği “Doğuda devlet her şeydi, sivil toplum ilkel ve zayıftı; Batıda ise devlet ve sivil toplum arasında rabıtalı bir ilişki vardı ve devlet titrediğinde sivil toplumun sağlam yapısı su yüzüne çıktı. Devlet arkasında güçlü kale ve siperlerden oluşmuş bir sistemi barındıran siperdi” düşüncesi aklındaki devletin anatomik yapısını sergiler.

Sosyalist strateji açısından oldukça önemli bu yaklaşım devlet teorisine de yeni bir kapı aralar. Batı toplumlarında burjuvazinin gücü sivil toplum içerisindeki hakimiyetlerini meşrulaştırma ve edilgen uysallığını garanti altına alma becerisinde yatar. Böylece proletarya, sivil topluma meydan okumadan önce başarılı bir mevzi savaşı yapmak zorunda olduğunu fark eder. Martin Carnoy’un belirttiği üzere, proleter bilincin eksikliği burjuvazinin egemenliğini sürdürmesinin temel sebeplerinden birisidir ve proleter bilinç, devleti ve üretim araçlarını kuşatırken gücün kaynağı haline gelir.[36]

Devlet, vergi koyma ve toplama, zorunlu askerlik, kamu görevlilerine mecburi hizmet, muhalif taban hareketlerini bastırma gibi zor faaliyetlerini yerine getirirken, siyasal sınıf mücadeleleri sırasındaki olumsuzlukları ve çatışmaları azaltmaya çabalarken, disiplin mekanizmalarıyla kitlesel düzeyde rızanın sağlanmasına yoğunlaşır. Buradan hareketle modern devletin niteliklerinden birisinin, yapısal koşullar nedeniyle doğrudan müdahil olamadığı durumlarda maliyetleri hesaplamak ve riskleri yönetmek olduğu söylenebilir. Modern kapitalist devlet bir mekan ölçeğinde zoru da bir rıza pratiğini içerecek şekilde yeniden düzenler. Böylelikle devlet aygıtı dolayımıyla zor ve rıza birlikteliği toplumsal formasyon ölçeğinde tüm ilişki biçimlerine etki etmesi kolaylaştırılır.

Yalman, Gramsci’nin Marksist devlet teorisine yaptığı katkıların kavranışındaki bazı yanlışlıklara işaret eder. Batı kaynaklı Marksist teori geliştirme çabaları içerisinde kapitalist toplumsal formasyonların incelenmesinde bir çığır açtığı ileri sürülebilecek Gramsci’nin kullandığı devlet-sivil toplum kavram çiftine ilişkin tartışmalar, dışsal ilişkiler felsefesinin ne denli etkili olduğu ortaya koyar.[37] Gramsci’yi indirgemeci yaklaşımlardan kurtarmak amacıyla onu “üstyapıların teorisyeni” olarak takdim etme sıkça düşülen başka bir yanlıştır. Buna örnek olarak Perry Anderson’ın Hapishane Defterleri’nde geçen devlet-sivil toplum ikiliği üzerine çeşitli tutarsızlıklar ve çelişkiler olduğu yönündeki organik ayrım görüşü gösterilebilir. Gramsci söz konusu ayrımı yöntemsel açıdan kullanmıştır. Gramsci geliştirdiği “integral devlet” ve “tarihsel blok” gibi kavramlarla altyapı-üstyapı ve devlet-sivil toplum ayrımlarına diyalektik bütünlük içerisinde ele almaktadır.[38]

Miliband (Araçsalcı) ve Poulantzas (Yapısalcı) Tartışması

1963 ila 1973 arasında gerçekleşen Miliband ve Poulantzas tartışması Marksist devlet sorunsalında sınırları göstermesi bakımından sembolik bir yere sahiptir. Tartışma, Marksist devlet teorisinin sınırlarını genişletme anlamında verimli olmasa da, güncel kapitalist toplumsal formasyonlarda iktidarın kaynağı, egemen sınıfların devlet politikalarını belirlemedeki konumları ve devlet aygıtları arasındaki ilişkiler hakkında değişik yaklaşımları içermesi açısından önemlidir. Colin Hay, tartışmanın temel sorunsalını “modern devlet kapitalist toplumdaki devlet midir yoksa kapitalist devlet midir” şeklinde dile getirir.[39]

Miliband’ın The State in Capitalist Society eserine Poulantzas’ın eleştirileriyle başlayan bu polemik yapısalcı ve araçsalcı olarak anılan iki ekolün pekiştirilmesine vesile olmuştur. Jessop’a göre her iki düşünür ekonomik gereklilikler ve sermaye birikimi süreçlerine ayrıntılı bir gönderme yapmaksızın, salt siyasi ve ideolojik mücadeleler üzerine yoğunlaşmışlardır. Miliband’ın teorik kaygısı, liberal demokrasi teorisyenlerine karşı ekonomik ve siyasi elitlerin toplumsal kökenleri ve bunlar arasındaki kişisel bağlar ve ortak değerleri ortaya çıkarmaktır. Miliband hükümet politikasının gelir ve servet dağılımı üzerine etkilerine dair olgular üzerine de yoğunlaşır.[40] Yönetici sınıfın ideolojisi içinde “sosyalleşme” olgusunun siyasi iktidar ve toplumsal düzenin önemli kaynaklarından biri olduğu da bu kaygının bir parçasıdır. Belirtmek gerekir ki, Miliband liberal çoğulculuğun çelişkilerini ve çarpıtmalarını ortaya koymayı hedeflediği için Marksist devlet analizine derinlikli ve yeni bir katkıda bulunmaz. Aksine, Jessop’ın vurguladığı üzere, siyaseti ekonomik güçlerle kurduğu karmaşık eklemlenme ilişkisinin dışında tartışarak liberal teoriyi farkında olmadan yeniden üretir.

Miliband’ın teorik açılımı, özgür irade sahibi aktif failin burjuva mitini yeniden üretmekle sınırlıdır. Nesnel yapısal konumlara odaklanmak yerine, özneler arası ilişkiler üzerinden sınıfa odaklanır ve kapitalist kurumların biçimini buradan kavrar. Miliband’ın siyaset ve ekonomi arasındaki doğrusal bağlantı kurduğu tek yer ise, kişiler arası ilişkilerdir.[41] Bir aşamadan sonra bireyler arası ilişkilerin baskınlığı “elitist devlet” yaklaşımını gündeme getirir. Bu yaklaşımda devlet egemen sınıfların ya da yönetici elitin çıkarlarına göre manipüle edilebilen, yönetilebilen tarafsız bir araçtır; modern devlet, kapitalist toplumda burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder; çünkü, o sınıf tarafından yönetilmektedir.[42] Böylesi bir bakış bireysel failliğin yapıya göre nedensel önceliği olduğunu iddia eder. Şematik olarak ifade edersek:[43]

Soru

Yanıt

Egemen sınıfların doğası nedir?

Kapitalist sınıf hakim sınıftır, üretim ilişkilerinin kontrolü ve sahipliği üzerinden tanımlanır.

Bu sınıfı devlete bağlayan mekanizmalar nelerdir?

Sosyalleşme, kişilerarası ilişkiler ve ağlar. Kapitalist sınıf toplumun geri kalanına hükmetmek için devleti bir araç olarak kullanır.

Devlet politikaları ile egemen sınıfın çıkarları arasındaki somut ilişki nedir?

Devlet politikaları kapitalist sınıfların toplum üzerindeki egemenliğini sürdürebilmeleri için onların genel çıkarlarına katkıda bulunur.

“Recent Devepolments in Marxist Theories of the Capitalist State: Part II” - D. Gold, C.H.Y. Lo ve E.O. Wright’ın, Monthly Review dergisinin 1975 tarihli 27(6) sayısında sordukları sorulardan oluşturulmuştur.

Poulantzas, Miliband’ın yola çıktığı liberal demokratik teoriyi eleştirme çabasından ziyade, devlete ilişkin hakim sosyalist kavrayışa itiraz geliştirir; devlet üzerine polemiklerde “tekelci devlet kapitalizmi” tezi üzerinde durur. Modern devletin tekelci sermayenin aracı olduğu yönündeki bütün araçsalcılık biçimlerini reddeden Poulantzas, devletin karmaşık bir toplumsal ilişki olduğunda ısrarla durur. “Görece özerklik” olarak daha sonra tartışmaya açık hale gelen bu düşünce iki boyuta sahiptir:[44] İlk olarak, toplumsal sınıfları devletin dışında ve devletten bağımsız kabul eden, dolayısıyla devleti pasif ve edilgen bir araç olarak kodlayan, basit ekonomik ve zor güç birimi olarak görmez. Çünkü bir veya birden çok sınıf fraksiyonu siyasal etkisi az bile olsa devletin kurumsal yapısına ve devlet iktidarının etkilerine açıktır ve bağlıdır. İkinci olarak, sınıf mücadelesinin sivil toplumla sınırlı olmadığı, devlet aygıtının merkezinde yeniden üretildiğini ileri sürer. Kapitalist devlet, sermaye birikiminin sürdürülebilirliği açısından toplumsal bütünlüğü (hukuki ve siyasi öğelerle birlikte) sağlama yönünde nesnel bir işlevi yerine getirir. Bu çerçevede Miliband’a yönelik temel eleştirisi, devletin kapitalist toplumdaki yapısal olarak belirlenmiş rolü üzerinden değil, devlet aygıtını kontrol eden insan-özneler tarafından konuya bakışıdır.[45]

Poulantzas, Miliband ve tekelci devlet kapitalizmi perspektiflerine yönelik eleştirileri anılan tartışma dahilinde bütünlük sergilese de, kapitalist devlet teorisi hakkında güçlü bir açıklama getirmez. Devleti belirli bir toplumsal formasyondaki bütünleşme (cohesion) üzerinden kavrar. Engel ve Lenin’de de karşımıza çıkan bütünleşmeci yaklaşıma göre devletin işlevi, uzlaşmaz sınıflar arasındaki mücadeleyi düzenleyerek egemen sınıfların siyasal egemenliğini ve hakim üretim tarzının yeniden üretimini garanti altına almak ve sınıflar arası çatışmaları kontrol etmektir.[46] Ancak bütünleşmeci yaklaşım devletin bu işlevleri yerine getirirken kullandığı araçları tanımlamakta ve netleştirmekte başarısızdır. Jessop’a göre bu yaklaşımdan kaynaklanan eksiklikler Poulantzas’ın teorisinde iki çelişkili biçime yol açar.

Poulantzas, iktidar bloğunun tekelci sermayenin hegemonyası altında başarılı bir şekilde örgütlenmesinin bütünleşme için yeterli olduğunu ileri sürer. Ne var ki, bu görüş devlet iktidarının etkin kullanımını sınırlayan temel ekonomik engelleri tamamen ihmal eder. Devletin tekelci sektörden ziyade iktidar bloğunun aracı olduğunu ima eder.[47] Başka eserlerinde ise devlet iktidarının etkilerinin zorunlu olarak kapitalizmin hakimiyeti tarafından koşullandığı, bu nedenle uzun vadede sadece egemen sınıfın çıkarları tekabül edeceği şeklinde indirgemeci bir pozisyona da varır.[48] Söz konusu savlar, devlet aygıtını kontrol edenin hangi sınıf olduğunun tamamen önemsiz olduğu, çünkü bu bütünlüğün devletin nesnel işlevi sayesinde sağlandığını ima eder.[49] Kapitalist devletin göreli özerkliği teziyle doğrudan ilişkilendirilmesine rağmen Poulantzas gerçekte iki pozisyon arasında salınmaktadır.

Sonuç

Marx’ın modern devlete dair kalem oynatmasından bugüne Marksist devlet teorisi sorunsalı temel bir takım akslar üzerinden yükselmektedir: Devletin ne olduğu sorusu (ontolojik çaba), devletin müdahale biçimleri ve buna göre teşkilatlanma modeli, egemen sınıfların kendi arasındaki ve devletle ilişkileri, sınıf mücadelelerinin etkileri. Bu akslarla ilgili değişik varsayım ve tezler üzerinde yükselen Marksist devlet teorileri Lenin ve Gramsci’den sonra soyutlama düzeyinde ilgiye mazhar olmamıştır. Devletin siyasal iktisadın stratejik bir öğesi olarak tekrar incelenmesi ise 1970’lere rastlar. Yukarıda Marx ve Marx sonrası temel uğrakları çıkardığımız izlekten de görüleceği gibi, Marksist devlet teorisine yaklaşımlar dönem dönem ekoller (araçsalcı-yapısalcı) şeklinde seyrine devam etmiş, bunlardan da yeni saçaklar oluşmuştur.

Bugün; Marksist devlet tartışmaları bağlamında ideal kolektif kapitalist olarak devlet” yaklaşımı, sermaye-mantığı yerine sınıf-mantığını ve sınıf mücadelelerini analize dahil eden yaklaşımlar, “makine” ya da “göreli özerklik” yaklaşımı, tarihselci sosyoloji bağlamında “potansiyel olarak özerk”, post-kolonyal çalışmalar, neo-Gramscici yaklaşımlar, stratejik ilişkisel yaklaşım ve diğerlerini kapsayan tek bir ontolojik ve epistemolojik soru sorulabilir: Neden bir Marksist devlet teorisine ihtiyacımız vardır?

Bu yazının merkeze aldığı Marx, Lenin, Gramsci, Miliband-Poulantzas uğraklarına göre soruyu yanıtlamaya çalıştığımızda iki yanıtı olduğu görülecektir. Birinci yanıt, mevcut kapitalist toplumsal formasyonu incelerken, iktidar bloğu ve tarihsel bloğun yapısını analiz ederken, egemen sınıf fraksiyonlarının kompozisyonunu değerlendirirken, devlet aygıtının gövdesine ve işleyişine dair bütünlüklü ve sistematik bir görüşe ulaşmaktır. İkinci yanıt, birinci yanıtın bıraktığı yerden hareket ederek; bir devrim stratejisinin parçası olarak devlet projesinin yapıtaşlarını oluşturma aşamasında belirecektir. Devrimci perspektifin yeniyi (yeni tip devlet) ortaya koyarken eskiyi nasıl ve hangi enstrümanlarla ortadan kaldıracağı sorunsalını çözerken Marksist devlet teorisi projeksiyon oluşturulmasında, bir programın köşe taşlarının hazırlanmasında yardımcı olacaktır. Eğer bu iki yanıt yerine başka bir yanıt verilmeye çalışıldığında teorik, ezoterik kavramlar yığını ve soyutlama kalabalığı içerisinde kaybolma ihtimalinin kuvvetli olduğu da açıktır.

Kaynakça

[1] V. I. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi (çev. Muzaffer Erdost) (Ankara: Sol, 2010), 45. [2] Bob Jessop’ın “ideal” ölçülerde kabul edilebilecek bir devlet teorisi için yaptığı sıralamadan hareket ederek mevcut teorilerin içeriğini kabaca göstermeye çalıştım. [3] Bob Jessop, “State as Political Strategy”, State Theory: Putting the Capitalist State in its Place içinde (Cambridge: Polity Press, 1990), 248-250. [4] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, State Theory: Putting the Capitalist State in its Place içinde (Cambridge: Polity Press, 1990), 24-47. [5] Colin Hay, “Marksizm ve Devlet”, Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi içinde, (ed.) Taner Yelkenci, (Ankara: Nota Bene, 2013), 347. Karl Marx, “Critique of Hegel’s Doctrine of the State”, Karl Marx: Early Writings içinde, (ed.) L. Colletti (London: Pelican, 1975). [6] Colin Hay, “Marksizm ve Devlet”, 347. [7] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 26. [8] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 26. [9] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, (çev. Kenan Somer) (Ankara: Sol, 2009), 39-62. Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 26. [10] Ernst Mandel, Late Capitalism, (London: NLB, 1975), 52-67. [11] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 26. [12] E. Ahmet Tonak, “Kapital’in Planı ve Kapitalist Devlet Üzerine Bir Not”, Kapital’in İzinde içinde, (der.) Nail Satlıgan, Sungur Savran, E. Ahmet Tonak, (İstanbul: Yordam, 2012), 44-45. Karl Marx ve Friedrich Engels, Collected Works vol. 4, (New York: International Publisher, 1975). Allen Oakley, The Making of Marx’s Critical Theory-Bibliographical Analysis, (London: Routledge and Kegan Paul, 1983). [13] Karl Marx ve Friedrich Engels, Selected Correspondence, (Moscow: Progress Publishers, 1965), 30. [14] E. Ahmet Tonak, “Kapital’in Planı ve Kapitalist Devlet Üzerine Bir Not”, 44. [15] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 26. [16] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (çev. Sevim Belli) (Ankara: Sol, 2005). [17] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, 39-40. [18] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State” [19] Ernesto Laclau, Nicos Poulantzas, Ralph Miliband, Kapitalist Devlet Sorunu (çev. Yasemin Berkman) (İstanbul: Birikim, 1977). [20] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 27. [21] Poulantzas’ın görüngü-olgular yaklaşımının sonuçları hakkındaki görüşü için: “Ekonomizm, Devlet de dahil olmak üzere toplumsal gerçekliğin öteki düzeylerini ekonomik ‘temele’ indirgenebilir görüngü-olgular (epiphenomena) olarak görür. Böylece özgül bir evlet incelemesi gereksiz duruma gelir. Buna paralel olarak, ekonomizm, toplumsal sistemdeki her değişimin ilk önce ekonomide meydana geldiğini ve siyasal eylemin asıl hedefinin ekonomi olması gerektiğini kabul eder. Özgül bir Devlet incelemesi bu nedenle de gereksizdir.” Kapitalist Devlet Sorunu, 13-14. [22] Colin Hay, “Marksizm ve Devlet”, 349. Ayrıca bkz. John Sanderson, “Marx and Engels on the State”, Western Political Quarterly, 16 (4), 1963 [23] E. Ahmet Tonak, “Kapital’in Planı ve Kapitalist Devlet Üzerine Bir Not”, 45. Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 27. [24] Karl Marx ve Friedrich Engels, Collected Works vol. 4, (New York: International Publishers, 1983), 268-270, 297. Michael A. Lebowitz, Beyond Capital: Marx’s Political Economy of the Working Class, (New York: Palgrave, 2003), 27-28. [25] E. Ahmet Tonak, “Kapital’in Planı ve Kapitalist Devlet Üzerine Bir Not”, 45; Karl Marx, Grundrisse: Foundations of the Critique of the Political Economy, (New York: Vintage Books, 1973). [26] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 26-27. [27] Galip Yalman, “Devlet”, Siyaset Bilimi: Kavramlar, İdeolojiler, Disiplinler Arası İlişkiler içinde, (Haz. G. Atılgan, A. Aytekin), (İstanbul: Yordam, 2012), 79. [28] Martin Carnoy, The State and Political Theory, (Princeton University Press: Princeton, 1984), 50. [29] V. I. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, 45. Colin Hay, “Marksizm ve Devlet”, 340; Hal Darper, “Karl Marx’s Theory of Revolution”, State and Bureaucracy, vol. 1 (New York: Monthly Review Press, 1977), 50. [30] V.I. Lenin, Devlet ve Devrim (çev. M. Salim Spatar ve Celal Üster) (İstanbul: Yordam Kitap, 2016), 113. [31] V.I. Lenin, Devlet ve Devrim, 61. [32] Taner Yelkenci, “Marksist-Leninist Devlet Teorisi”, Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi içinde, (ed.) Taner Yelkenci, (Ankara: Nota Bene, 2013), 101. [33] Taner Yelkenci, “Marksist-Leninist Devlet Teorisi”, 101. [34] Taner Yelkenci, “Marksist-Leninist Devlet Teorisi”, 104. [35] V.I. Lenin, Devlet ve Devrim, 44. [36] Carnoy, The State and Political Theory, 88. [37] Galip Yalman, “Devlet”, 81. [38] Galip Yalman, “Devlet”, 82. [39] Colin Hay, “Marksizm ve Devlet”, 354. [40] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State” [41] Colin Hay, “Marksizm ve Devlet”, 355. [42] Colin Hay, “Marksizm ve Devlet”, 355. [43] Colin Hay, “Marksizm ve Devlet”, 354. [44] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 30 [45] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 30 [46] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 30-31 [47] Nicos Poulantzas, Fascism and Dictatorship, (London: NLB, 1974). [48] Nicos Poulantzas, “The Problems of the Capitalist State”, New Left Review 58, (1969). [49] Bob Jessop, “Recent Theories of the Capitalist State”, 30.

3,125 views0 comments

コメント


bottom of page