Günümüzde kapitalizmin yaydığı en büyük hastalıklardan ikisi inovasyon (yaratıcı yenilik) ve girişimciliktir. ABD’deki üniversitelerin büyük bir aşkla aşıladığı bu fikir, Mark Zuckerberg, Bill Gates, Elon Musk gibi örnekler üzerinden, yaratıcı zihinlerin sistem tarafından ödüllendirilerek yeni teknolojik tanrılara dönüştüğü inancını körükler ve böylece kapitalist sisteme güveni tazeler. Ne diğer toplumlar ne de diğer alanlar bu fikrî manipülasyondan azadedir. Bunun akademideki yansıması, durmadan özgün fikirler içeren makaleler üretmektir. Özellikle sosyal bilimler alanına baktığımızda, bu durum somut koşulların analizi için yeni kavramlar üretmek ve bu kavramların olabildiğince fazla kişi tarafından kullanılmasını sağlamak olarak tezahür etmektedir.
Son yıllarda akademide gündeme gelen bu kavramlardan biri de “neo-feodalizmdir”. Kavram, temel olarak günümüzde kapitalizmin aldığı biçimin tasviri için kullanılmaktadır. Oysa bir üretim biçimini tanımlamak için, yüzyıllar önce sona ermiş bir başka üretim biçimini kullanmak, tavukları anlatmak için dinozorlardan bahsetmeye benzer.
Neo-feodalizm kavramı, iktisadi gücü elinde bulunduran bir grubun belirlediği yeni bir toplumsal yapıya işaret eder. Bu anlatıya göre finans sermaye yeni toprak ağaları olarak ortaya çıkmakta ve faiz, kredi gibi araçlarla artı değere zorla el koymaktadır. Bu yeni iktisadi ve siyasi elit, çalışma koşullarından sözleşmelere, yasal sorumluluklardan ücretlere kadar birçok alanı belirleyebilmektedir. Buna göre, kamu hukuku, özel hukuk, vatandaşlık hakları gibi birçok alan özel sermayenin kontrolü altına girmiştir. Özellikle bir zamanlar devlet kontrolünde olan finansal sektörün özel hukuk alanına terk edilmesi, finansal sermayenin yeni bir feodal beylik olarak yükselmesiyle özdeşleştirilmiştir. Örneğin, son yıllarda hukuk sisteminin özelleşmesiyle emekçiler ile işverenler arasındaki anlaşmazlıkların arabuluculuk mekanizmalarıyla çözülmeye çalışılması, devlet kurumlarının baypas edildiği yeni bir toplumsal düzenin ve üretim biçiminin işareti olarak gösterilmektedir.
Buradan hareketle neo-feodalizm 4 temel özellik etrafında biçimlenmektedir: 1) feodal bir sistemde görülen egemenliğin parsellenmesinin yeniden ortaya çıkışı[1], 2) yeni feodal beyler ve kölelerden oluşan yeni bir hiyerarşi ve el koyma biçimi, 3) yeni art bölgelerin (hinterland) ve ayrıcalıklı şehirlerin ortaya çıkışı (yeni bir gettolaşma biçimi), 4) güvensizlikler ve siyasal kargaşaların ortaya çıkışı.[2]
Burada, kapitalizmin günümüzde aldığı şeklin tasviri için başka bir üretim tarzı kullanılmakta, sanki kapitalizm başka bir gerçekliğe bürünmüş izlenimi verilmektedir. Özellikle finans kapital ile feodal beyler arasında, kapitalizmde emek gücü ile feodalizmdeki serflik arasında, feodal beylerin el koyduğu artı ürün ile kredi ve faiz mekanizmaları arasında bir analoji kurulmaktadır. Sosyal bilimlerde analojiler, yani bir unsurun açıklanması için başka bir unsurdan esinlenmek, kavramları ortaya çıkaran tarihsel ve toplumsal farklılıkları göz ardı etme riskini taşır.
Yeni bir sermaye imparatorluğuna işaret eden neo-feodalizm kavramı, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde ortaya çıkan ve Marx’ın Kapital’in birinci cildinin sonunda detaylıca ortaya koyduğu ilksel/ilkel birikime referansla günümüzde yeni bir sermaye birikim sürecine ve bunun yarattığı toplumsal ilişkilere işaret eder. David Harvey, neoliberalizm incelemesinde bu kavramı “mülksüzleştirerek (ya da el koyarak)” birikim olarak yeniden kavramsallaştırmış ve Marx’ın feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin bir aşaması olarak ortaya koyduğu ilksel birikim kavramının belli bir döneme ait olmadığını söylemiştir.
Yeni bir sermaye imparatorluğuna işaret eden neo-feodalizm tartışmaları ise, el koyarak birikim sürecinde hayati bir rol oynayan siyasi zor kavramını merkezi bağlama yerleştirememektedir. Sermaye İmparatorluğu eserinin yazarı Ellen Meikins Wood’un ortaya koyduğu gibi, kapitalizmin feodalizminden en büyük farklarından biri iktisadi zor ile siyasi zor arasındaki biçimsel ayrımdır. Ve bu ayrım günümüz kapitalizmi için halen geçerliliğini korumaktadır. Bu yüzden mevcut yapıyı feodalizme benzetmek, bu iki üretim tarzı arasındaki köklü farklılıkları görmezden gelmektir.
Yeni bir feodal biçimin ortaya çıkması tartışmaları, günümüzde finans-sermayenin yeni bir rant alanı yarattığı ve bu ranta da finansal mekanizmalar (faiz, kredi gibi) ile el koyduğu bir süreci betimler. Emeğin piyasalar aracılığıyla sermaye ile buluşmasını, eşitler arası bir karşılaşma olarak anlatan bu süreç, artık özel sermayenin kendi siyasi zor araçlarını geliştirdiği ve böylece bunun eşitler arası bir karşılaşma biçimi olmaktan çıktığını anlatır. Oysa siyasi zor araçlarına ister sahip olsun ister olmasın, sermeyenin, emek ile karşılaşması hiçbir zaman adil koşullar altında olmamıştır. Yaşamını devam ettirmek için emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan işçi sınıfının, eşitler arası bir toplumsal düzende varlığını sürdürdüğünü iddia etmek, kapitalizmin ısrarla yaptığı soğuk esprilerden biridir.
Günümüzde birçok Marksist düşünür de özel sektörün kendi siyasi zor aygıtlarını geliştirerek devlete olan bağımlılığından kurtulduğu iddiasını gündeme getirmektedir. Örneğin, William Robinson özel güvenlik hizmetlerinin ve askeri faaliyetin genişlemesine işaret ederek, yeni bir askerileşmiş birikimden söz eder. Fakat özel sektör istediği kadar kendi ordusuna, kendi güvenlik hizmetlerine ya da SpaceX gibi kendi uzay gücüne sahip olsa da, kapitalizmde siyasi zor ile iktisadi zorun biçimsel ayrımı mevcudiyetini korumakta ve kapitalizme meşruiyet sağlamaktadır.
Devletin varlığı olmaksızın sermaye, emeği yeniden üretme, siyasi meşruiyet sağlama, toplumsal yapıları muhafaza etme, hatta kendi sermayesini yeniden üretme konusunda sorunlar yaşayacaktır. Daha basit bir ifade ile, kapitalist devlet olmadan kapitalist bir ekonomik sistemin ayakta durması mümkün değildir. Kapitalizmin iç çelişkileri buna izin vermemiştir ve vermeyecektir. 2008 krizinde buhrana giren finansal piyasalar, kendilerini bu kapitalist devletin şefkatli kollarına bırakmıştır. Her türlü işçi hareketinin ve haklarının bastırılması için bu kapitalist devletin zor aygıtlarına muhtaçtırlar. Yeni karlı yatırım alanları bulmak için siyasi bir iktidara ve onun askeri gücüne ihtiyaç duymaktadırlar. Uzaya roket fırlatmak dahi isteseler, bir devlet kurumu olan NASA’nın desteğini ve onayını almak zorundadırlar. Aksi takdirde, ağır bir meşruiyet kriziyle ve kaynak sorunuyla karşı karşıya kalacaklardır.
Muhakkak sermaye için tek seçenek bir ulus devletin gücü ya da erki değildir. Bahsedilen meşruiyet kriziyle baş etmek için daha fazla barbarlığa başvurmak ya da devletin olmadığı anarşik bir yapıda, zor araçlarını kullanarak sermaye hegemonyasını inşa etmek de mümkündür. Ama bu ne bir neo-feodalizmdir, ne de feodalizme benzemektedir. Bu buz gibi bir kapitalizmdir ve illa bir kavram uydurmak gerekirse de, bu “hard kapitalizmdir”!
[1] Parsellenmiş egemenlik kavramı için bknz. Ellen Meikins Wood, Yurttaşlardan Lordlara: Eskiçağlardan Ortaçağlara Batı Siyasi Düşüncesinin Toplumsal Tarihi (çev. Oya Köymen), Yordam Kitap, 2017, s. 35; Ellen Meikins Wood, Özgürlük ve Mülkiyet (çev. Oya Köymen), Yordam Kitap, 2012, passim. ve Perry Anderson, Passages from Antiquity to Feudalizm, Londra, Verso, 1974, s. 148
[2] Jodi Dean, “Communism or Neo-Feudalism?”, New Political Science, 2020.
Comments