Lenin, Ekim Devrimi’nin ikinci yılındaki (Mart, 1919) bir konuşmasında “Sovyet iktidarı nedir?” diye sorar. Lenin’in sorusu, didaktik ve propagandif niteliklerinden ziyade, temel bir soruna dikkat çekmeye yöneliktir: “Ülkemizde Sovyet iktidarının örgütlenmesinde birçok aksaklık bulunduğunu iyi biliyoruz. Sovyet iktidarı, mucizeler yaratan bir sihir değildir.” Bu sözle devrimci momentin nesnel sınırlarına işaret edilirken, ‘iktidar olmak’ ile ‘dönüşümü gerçekleştirmek’ arasındaki mesafe, özeleştirel bir yerden değerlendirilir.
Ekim Devrimi’nin ‘sihir’ olmadığını söyleyen Lenin, aynı konuşmasında “[Sovyet iktidarı] Cehaleti, kültürsüzlüğü, barbarca bir savaşın sonuçlarını, yağma dolu kapitalist düzenin ürünü olan kötülükleri hemen öylece bir gece yok edemez” diye ekler. Öyledir ki, Devrim’in dördüncü yıldönümünde (Ekim, 1921) yaptığı konuşmada da “Geri adımlarımızı ve hatalarımızı düzeltmek ve Sovyet ilkelerinin mükemmellikten hâlâ çok uzak olan pratiğe uygulanmasını iyileştirmek için azimle çalışacağız” şeklinde benzer özeleştirel vurgusunu yineler.
Devrim sonrası koşullara ilişkin özeleştirel aralığın geniş tutulmasının temel nedeni, dünya devrimlerinin gelişme tarihinde eşi görülmeyen, deneyimlenmemiş bir örgütlenmenin ortaya çıkması, iktidara talip olması ve iktidara sahip olmasıdır. Bu anlamda ideolojik ve siyasi ölçeklerde örgüt, taktik, strateji, lojistik, kadro gibi pek çok alanda ilkler söz konusudur. Lenin, bu ilkleri, yazı ve konuşmalarında ‘yeni tip’ vurgusu ile pekiştirerek iktidar sorununu, daha da özelinde devlet iktidarı sorununu irdeler. ‘Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine’de (HDYKÜ) Lenin’in ‘yeni tip’ vurgularını iki aşamada görmek mümkündür. Birincisi, ‘yeni tip devlet’, ikincisi ‘yeni tip demokrasi.’
Yeni tip devlet
Yeni tip devlet, en basit ifadesiyle, kapitalistlerden ve zenginlerden oluşan küçük bir azınlığın elindeki devletin, ezilen sınıflar tarafından yönetilmesidir (HDYKÜ, s. 182). Yeni devlet tipinin asli özelliği, zor aygıtı olarak, kapitalist ve sömürücü sınıfları devlet iktidarının dışarısında konumlandırmaktır. Devlet iktidarı sorununu ‘Devlet ve Devrim’de (DD) etraflıca dile getiren Lenin, proletaryanın hem sömüren sınıfların direnişini ezmek için, hem de sosyalist ekonomiyi örgütleme işinde geniş halk kitlelerine önderlik etmek için merkezi bir zor aygıtına ihtiyaç duyduğunu belirtir (DD, s.41). Bunu da ancak bir şiddet örgütü olarak devlet aygıtı gerçekleştirebilir. Devrimin zafere ulaşmasında kritik aşamalardan birisi, işçilerin silahlanması ve burjuvazinin silahsızlandırılmasıdır (HDYKÜ, s. 175).
Sovyet iktidarı, İşçi ve Köylü Sovyetleri olarak yeni tip bir devlet, yeni ve daha yüksek tipte bir demokrasi anlamına gelmektedir (HDYKÜ, s. 127). Yeni tip devlet, burjuvazi olmadan ve burjuvaziye karşı devletin proletarya tarafından yönetilmesidir. Yeni tip demokrasi ise, ‘zenginler için demokrasi’ halesinin parçalandığı, emekçi sınıflara hizmet edecek bir demokrasi pratiğinin yerleştirilmesidir. Lenin ‘Halkımıza’ başlıklı çağrısında “Sizin Sovyetleriniz, devlet otoritesinin organları ve tam yetkili yasama kurumlarıdır” diyerek, devlet iktidarının ve kurumların merkezinde emekçi sınıfların bulunduğunu vurgulamaktadır: “Üretim ve kayıt işlerinde sıkı bir denetim kurun” (HDYKÜ, s. 63-64).
Yeni tip devletin siyasal ve ideolojik biçimi proletarya diktatörlüğü olacaktır. Kapitalist devletin ilgası ve siyasal temsilcilerinin tasfiyesi sürecinde yaşanacak sınıf savaşımında proletarya ve ezilen sınıflar, ‘sınıf egemenliğinin organını’ ele geçirerek (kapitalist) egemen sınıflara karşı üstünlük sağlayabilir. Bu anlamda hâkim liberal söylemin tanımladığı türde tipik bir diktatörlük söz konusu değildir. 2013 yılında kaybettiğimiz Marksist felsefeci Taner Yelkenci’nin ‘Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi’ (MDHT) çalışmasında belirttiği ayrıma dikkat edilmesi gereklidir.
Diktatörlük ve sınıf
Marksist-Leninist siyasi analiz, ‘egemenlik’ kavramına değil, ‘diktatörlük’ kavramına başvurur çünkü siyasi iktidarın temeli kişilere değil, belirli toplumsal sınıflara dayanır (MHDT, s. 101). Diktatörlük, klasik tanımıyla, bir kişi ya da grubun devlet kudretini elinde bulundurmak, sınır tanımadan uygulamak suretiyle kurduğu hâkimiyet şeklidir. Antik Roma’da anayasal bir nitelik kazanmıştır; anayasal düzeni tehdit eden koşullarda konsül tarafından belirli süreyle atanan, yasa yapma-yasa kaldırma yetkilerinden yoksun bir yönetici vardır. Olağanüstü halle ilişkili ve yürütme kuvvetiyle (poli-teknik) belirlenmiş bu tip diktatörlük, 19. yüzyılın sonlarından itibaren anti-demokratik uygulamaları ve keyfiliği kapsayan bir kavrama dönüşmüştür (MHDT, s. 103).
Bolşeviklerin diktatörlük anlayışı olağanüstü hal koşullarına ve yasayla sınırlandırılmamış idari yapıya işaret etse de, yürütme dışında yasamayı da elinde bulundurmaktadır. Bu da proletarya diktatörlüğüne yönelik liberal karikatürleştirmeyi çürütür: Marksist siyasi literatürde diktatörlük kavramı idareye değil, siyasi iktidar sorununa içkindir; kuvvet-tekniğe veya uygulamaya değil, egemen konumda bulunan bir toplumsal sınıfa ve sınıf savaşımına da göndermedir (MHDT, s. 104). Lenin’in “Sizin Sovyetleriniz, devlet otoritesinin organları ve tam yetkili yasama kurumlarıdır” çağrısında Sovyetleri yasama erki ile anması bahsi geçen durumla ilişkili olduğundadır.
Sovyetler ve denetim
Yeni devlet tipinde kapitalist sınıfların siyasi temsilcilerini tasfiye süreci, eşzamanlı, toplumsal üretim ve denetim süreçlerinden de tasfiyeyi içermektedir. Yeni tip devlet ve demokrasinin kökleşebilmesinin ‘ivedi’ yordamı, Sovyet örgütlenmesinin gelişmesidir. Sovyet demokrasisi yani proleter demokrasinin sosyalist karakteri, üç uğrağa sahiptir. İlk olarak, seçmenler çalışanlar ve sömürülen sınıflardandır, burjuva sınıfları dışlanacaktır. İkinci olarak, bürokratik formaliteler ve seçimler üzerindeki kısıtlamalar kaldırılacak, seçim zamanına halk karar verebileceği gibi seçilmiş kişiyi geri çağırma hakkı da bulunacaktır. Üçüncü olarak, en geniş kitlesel örgütlenme, tüm halkın “yönetim sanatını öğrenmesiyle” taçlanacaktır (HDYKÜ, s. 115).
Proletarya diktatörlüğü, siyasal temsil mekanizmalarında emekçi sınıfların kontrol ve denetimini artırdığı kadar, üretim süreçlerinde ve kamu mülkiyetinde de ezilen sınıfların kontrolünü yoğunlaştırır. Lenin, ‘Nisan Tezleri’ içerisinde de yer alan, “Devrimimizde Proletaryanın Görevleri’nden” makalesinde ülkedeki tüm toprakların kamulaştırılması, toprak mülkiyetine bütünüyle el konulması, kullanım yetkisinin tarım işçileri ve köylü vekillerinin yerel Sovyetlerinin verilmesi, bankaların ivedi bir biçimde tek bir ulusal banka halinde kaynaştırılması, banka sistemi üzerinde İşçi Vekilleri Sovyeti Denetiminin kurulması yoluyla proleter devlet denetiminin ana hatlarını oluşturur (HDYKÜ, s. 11-12).
“Kral’a karşı”
Ekim Devrimi (yani proletarya ve onun öncülüğündeki köylü sınıflarının ‘devletin dümeninin’ başına geçmesi, oluşturulan yeni devlet tipi, ezilen sınıfların siyasi ve üretim süreçlerinde denetim ve kontrol sahibi olması, kısaca proletarya diktatörlüğü) burjuva devlet mantığını da sarsan bir olaydır - ‘burjuva devletin materyalist eleştirisidir’. Burjuva devlet mantığındaki egemenlik mistifikasyonu, siyasi iktidarın kişilerle ilgili olduğuna dayanır. Bolşevik diktatörlük kavramı ise, siyasi iktidarın sınıflar ve sınıf mücadeleleriyle ilişkili olduğu üzerinde yükselir. Yelkenci’nin söylediği gibi “hâkimiyetin aslında kralda değil, entrikacıda bulunduğunu gösterir”(MHDT, s. 107). Sınıflı toplumlar varlığını sürdürdüğü müddetçe, Ekim Devrimi kutup yıldızı misali ezilen ve sömürülen sınıflara yol göstermeye de devam edecektir.
Comments