Sri Lanka'daki mevcut kriz, yalnızca Gotabaya Rajapaksa rejiminin siyasi krizi değildir. Bu aynı zamanda neoliberalizmin tarihsel olarak giriştiği kendi birikim rejimini meşrulaştırma yollarının yapısal bir çöküşüdür. Tartışmanın bir çerçevesine göre, Rajapaksa rejimi geriye giderken, Muhalefet içindeki neoliberal unsurlar ileriye dönük bir gündemi benimsemiştir. Ancak her ikisi de, neoliberal rejimi zorunlu olarak daha derin, yapısal bir anlamda dönüştürmeden, ürettiği sorunları çözmeye yönelik iki geçici girişimi benimsemektedir.
Bu örnekte Rajapaksa rejimi, neoliberal rejimi karakterize eden özel sektör öncülüğündeki birikimin temel koşullarını korurken, heterodoks bir politika araç setinden [bazı öğeleri] de ödünç almaya çalışmaktadır. Bu sırada, Muhalefet içindeki unsurlar, aynı amaca ulaşmak için serbest piyasa reformlarının radikalleştirilmesini önermektedir. Hem Rajapaksa rejimi hem de Muhalefetin bu kesimi, farklı yaklaşımlarda bulunsalar da, sistemi onarmak/sağaltmak için ıslah etmeye çalışmaktadır.
Yine de, "eskinin ölmekte olduğu ve yeninin doğamadığı" bir anda, Gramsci'nin bahsettiği “hastalıklı semptomlar”ı üretmesin diye sistemin kendisini dönüştürmesi gerekir. Rejim ve muhalefet arasındaki mücadelenin diyalektiğinde, rejim tarafından güçlendirilen potansiyel faşist unsurların rejimi yerinden etmesi ve nihayetinde bu zorlu sorunlara daha radikal bir çözüm getirme iddiasında bulunma olasılığı vardır. Aşırı milliyetçiler, kendi kendine yeterlilik söylemini kendilerine mal etmeye çalışabilirler. Bu arada, Muhalefet daha agresif bir neoliberal yaklaşım izleyerek iktidarı ele geçirirse, başlangıçta kendisini Uluslararası Para Fonu (IMF) veya diğer dış aktörler tarafından verilen vekalet çerçevesinde meşrulaştırmaya çalışabilir. Ancak bunun da, topluma ciddi maliyeti olacaktır.
Buna göre, mevcut Muhalefet hükümete girdiği takdirde kendi hegemonyasının temellerini yeniden inşa edemeyecek ya da en azından dış güçlere gönüllü olarak tabi olması nedeniyle hareket alanı ciddi şekilde kısıtlanacaktı. Bu senaryoda faşist çözüm, daha belirsiz bir süreç içerisinde de olsa, nihayetinde güç kazanacaktır. Elbette, faşist çözümün tam da Sri Lanka ekonomisinin bağımlı doğası, kendi jeopolitik çıkarları olan dış güçlere artan tabiiyeti, etnik gruplar arası hatlarda potansiyel iç direniş, vb. nedeniyle kendi sınırlamaları vardır. Tüm bu faktörler dikkate alınmalıdır. Ama bütün bunlar şu soruyu akla getirmektedir: Alternatif nedir?
Bugün, Solun esas sorusu, 1970'lerde Britanya'da olduğu gibi, kendi sınırlarına ulaşmış mevcut bir sosyal demokrat devleti nasıl dönüştüreceğimizle ilgili değildir (Hall 1980). Asıl soru şudur: Tamamen yeni bir ilerici rejimi nasıl yaratırız? Genellikle bu soru, sağlam bir refah sistemi, stratejik sektörlerde Devlet müdahalesi ile karakterize edilen karma ekonomi ve bunun gibi basmakalıp nitelikler de dahil olmak üzere önceden var olan mefhumları akla getirmektedir. Ancak kendi sınırlarımızı zorlamaya istekliysek, Sri Lanka'daki kriz, Devlette maddileşen hegemonik bloğun en temelden yeniden tasavvur edilmesini ciddiye almak anlamına gelmektedir. Bu meydan okuma, öncelikle neoliberalizmin krizinin neden patlak verdiğini ve neoliberallerin kendilerinin krizi nasıl yorumladığını açıklamayı gerektirmektedir.
Neoliberalizmde Söylemsel Değişim
Neoliberalizmin nelerden oluştuğu sorusu o kadar çok sorulmuştur ki, bu noktada bu soru eskimiş gibi görünebilir. Bununla birlikte, kavramı hasıraltı etmeye çalışmak yerine, belirli aktörler tarafından -kendilerini neoliberal olarak tanımlayıp tanımlamadıklarına bakılmaksızın- bir ideoloji olarak eklemlenmesindeki çelişkileri keşfederek onun başarısızlıklarının ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Bu yaklaşım, mevcut krizi çözme konusundaki temel yetersizliğini aşmak için neyin gerekli olduğunu sormamızı sağlayabilir.
Elbette neoliberal düşüncenin yekpare bir bütünlüğü yoktur; bu, bir uzmanlar ağının değişken ifadesidir. Genel yönelimi pazarın toplum üzerindeki hakimiyetini savunmaya devam etse de, kendisini oluşturan unsurlardaki farklılıkları vurgulamak için sürekli olarak yeniden formüle edilmektedir. Bununla birlikte, söylemle daha yakından ilgilenerek, 1977'de “açık ekonomi”nin başlamasından bu yana reform sürecinin Sri Lanka'nın ekonomik büyümesinin gerekli bir bileşeni olarak algılanmasından, reformun kendisinin yeterli çabayla ele alınmadığı yönündeki güncel iddiaya kadar, genel bir değişimi düşüncede yeniden inşa edebiliriz.
Başlangıçta neoliberalizm, tartışma zeminini yeniden tanımlamadaki başarısından emindi. Athukorala ve Rajapatirana'nın (2000) [bu düşünceyi] temsil eden bir metinde belirttiği gibi, “Yirmi yıllık reformların ardından, Sri Lanka bugün gelişmekte olan dünyanın en açık ekonomilerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Bu temel politika yönelimi yakın gelecekte de devam edecek gibi görünmektedir” (546). 1990'ların sonunda ve 2000'lerin başında neoliberalizmin küresel zirvesi sırasında yazan yazarlar, Sri Lanka'da hangi yönetim iktidara gelirse gelsin, bu iktidarın sadece süreci hızlandırabileceğini iddia ettiler.
Athukorala ve Rajapatirana, ihracata yönelik imalat sektörünün bariz büyümesi de dahil olmak üzere, ileri sürdükleri şartlarda açık ekonominin neden başarılı olduğunu açıklamak için kilit değişkenler belirlemişlerdir. Onlara göre, “Özellikle ihracata yönelik imalatta yabancı yatırımın teşviki, 1977'den bu yana Sri Lanka'nın pazar odaklı politika reformlarının önemli bir unsuru olmuştur” (550).
[Yazarlar], daha sonra Yatırım Kurulu (BOI) haline gelen Büyük Kolombo Ekonomik Komisyonu (GCEC) tarafından İhracat İşleme Bölgesi (EPZ) yatırımcılarına sunulan yatırım teşvik politikası paketinin temel özelliklerini de belirlemişlerdir. Özellikle “yatırım projelerinin tam yabancı mülkiyetine izin; o dönem boyunca yabancı personel, telif hakları ve hissedarların temettüleri için tam vergi muafiyeti ile 10 yıla kadar bir vergi tatili; girdi ithalatı için vergi muafiyeti ve gümrük izinlerinde yardım; sübvansiyonlu oranlarda endüstriyel hizmetler; ve dünya finans piyasalarında geçerli olan faiz oranlarında döviz kredisine sınırsız erişimi” içermiştir. (550).
Ancak günümüzde, neoliberalizmin politika reçeteleri, bu süreçte artan çelişkilere yanıt olarak değişmiştir. Örneğin Mick Moore'un (2017) gösterdiği gibi, “vergi muafiyetleri için kurumsallaştırılmış baskı” Sri Lanka'nın gelir tabanının boşaltılmasında etkili olmuş ve bu da bugün gözlemlediğimiz mali krizin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur (13). Yine de mevcut Muhalefet içindeki neoliberal unsurlar için, birincil suçlu sürdürülemez Devlet harcamaları olmaya devam etmektedir.
Temsilci aktörler arasında, örneğin, Advocata Enstitüsü artarda yaptığı açıklamalarda, krizin arkasında Rajapaksa rejiminin fiyat kontrolleri ve ithalat kısıtlamalarını uygulama girişimlerinin yanı sıra şişirilmiş bir kamu sektörüne ve verimsiz Kamu İktisadi Teşebbüslerine (KİT'ler) sürekli desteği suçlu tayin etmiştir. Ancak bu unsurlar sistematik bir açıklamaya ihtiyaç duymaktadır. Aslında bunlar, ne kadar etkisiz olsalar da, neoliberal ekonominin genel yönelimlerini aşmak yerine onu ıslah etmeye yönelik girişimlerdir. Rajapaksa rejimi, destekleri [hükümetin] siyasi olarak hayatta kalması için kritik önem taşıyan farklı gruplar üzerinde krizin şiddetli etkilerini idare etmeye çalışmaktadır.
Krizin devasa boyutu düşünüldüğünde, açıktır ki, rejimin uyguladığı acil durum önlemleri kaçınılmaz olarak yetersiz kalmaktadır. Bazı durumlarda, stratejik yanlış hesaplamalar bile olmaktadır. Gübre yasağı buna örnek olarak verilebilir. Fiyat kontrolleri ve ithalat kısıtlamaları konusundaki başarısız girişimler, mevcut rejimin krize tereddütlü ve karışık tepkisinin bir sonucudur.
Bu kafa karışıklığı, rejimin 1977'den beri ekonomiyi karakterize eden yerleşik özel sektör öncülüğündeki birikim modelinden kopmak istemediği gerçeğinde saklıdır. Bu isteksizlik, hem başlangıçtaki vergi imtiyazlarını genişletmesiyle hem de daha yakın zamanda, yatırımcıları daha fazla teşvikle yönlendirmek için bütçe içindeki manevralarıyla kanıtlanmaktadır. Belki de en bariz örnek, kolay paranın, gıda üretimi gibi kritik alanlarda yatırımı teşvik etmeden borsa spekülasyonlarını körüklemesidir.
Krize anında verilen bu tepkiler bir yana, neoliberaller Devlet ile toplum arasındaki ilişkiyi düzenleyen ve uzun zamandan beri var olan kurumlara yönelik eleştirilerini de artırdılar. Rajapaksa rejiminin gerekli reformları uygulamadaki başarısızlığına yönelik neoliberal ideolojik saldırının merkezinde kamu sektörü istihdamı ve KİT'ler yer almaktadır. Buna göre, anlatı, Athukorala ve Rajapatirana'nın Sri Lanka'daki tüm hükümetlerin neoliberal konsensüsün ana unsurlarını benimsediğini iddia edebildikleri neşeli günlerden, Rajapaksalar'ın 2005’te Mahinda yönetiminde ilk kez iktidara geldikleri sıralarda bu sürecin tersine döndüğünü ifade etmeye yönelik kasvetli girişimlere kaymıştır.
Böylece, örneğin, Advocata şunu ileri sürmektedir: “Mevcut makroekonomik istikrarsızlık, devletin yaklaşık yirmi yıldır ekonomiye derin yapısal reformlar uygulamamasında yatmaktadır. COVID-19 salgını, Sri Lanka'nın ekonomiyi uzun süredir zehirleyen temel zayıflıklarını ortaya çıkarmıştır."
Neoliberaller Neoliberalizmin Krizini Neden Açıklayamıyor?
Bununla birlikte, açık ekonomiyi iyi ve kötü aşamalara ayırmaya yönelik güncel girişim, krizi analiz etmek için gerekli iki boyutu kavramakta başarısız olmaktadır: Finansallaşma ile Devletin siyasi meşruiyeti arasındaki ilişki. Birinci konu açısından, kesişen “ikiz açık” (bütçe ve cari hesap) krizlerinin sonuçları, daha uzun bir yapısal eğilimin ifadesidir. Neoliberalizmin yükselişi ve devlet gelirlerinin azalması birbiriyle ilişkilidir. Spesifik olarak, gelirin GSYİH içindeki oranı, 1995'ten 2014'e kadar olan yaklaşık 20 yıllık bir dönemde yüzde 20'den yüzde 13'e düşmüştür (Moore 2017: 6).
İmtiyazlı finansman sunan ikili ve çok taraflı kaynaklar zaman içinde ayrılırken, bu süreç en nihayetinde Devleti, harcamalarını finanse etmek için başka kaynaklar -açıkça, dolar cinsinden krediler- aramaya zorlamıştır. Ya da Moore'un belirttiği gibi, “… 1977'ye kadar mali açığın ortalaması, devlet gelir tahsilatının üçte birinin hemen altındaydı; 1977'den sonra ortalama yarıdan biraz fazlaydı. Ve yardım seviyeleri düşmeye başladıktan sonra bile değişmedi” (18-19). Finans kapital baskın hale geldiğinde, bazıları yavaş yavaş diğerlerinin zaten işaret edegeldiği şeyi, yani sistemi yamyamlaştırdığını anlamaya başlamıştır.
Finansallaşmanın ne ölçüde neoliberalizmin gerekli sonucu olduğu konusunda daha geniş, küresel bir tartışma devam etmektedir. Fine'ın (2014) dediği gibi:
“Önemli bir nokta, ideolojisine rağmen neoliberalizmin devletin (ekonomik) müdahalesinin geri çekilmesiyle ilgili olmadığıdır; her zaman zayıf değil güçlü bir devletle ve kişisel özgürlükleri destekleyen bir devletin aksine otoriter bir devletle el ele gitmiştir. Aksine, (ileri) neoliberal devletin ayırt edici rolü, öncelikle, genel olarak sermayenin ve özel olarak finansın çıkarlarını ve uluslararasılaşmasını desteklemek olmuştur; önemli bir örnek, devlet finansmanının kendisinin dahi finansallaştırılmış olmasıdır.” (58)
Fine, 2008'deki Büyük Durgunluk sırasında ABD'nin bankaları kurtarması örneğini ima etmektedir. Ancak aynı geniş iddia Sri Lanka'ya da uygulanabilir. Mahinda Rajapaksa rejimi, 2007 yılında devlet tahvilleri çıkarmaya başlamıştır; bu, Devlet finansmanının finansallaşmasının mükemmel bir örneğidir.
Daha derindeki mantık, Sri Lanka'nın küreselleşmenin iddia edilen faydalarının sürdürülebilir bir genel ödemeler dengesi dahilinde gerçekleşmemesi nedeniyle giderek daha fazla borçlanmak zorunda kalmasıdır. Bu sıkışmayı yalnızca 2005'ten bu yana rejimlerin siyasi tercihlerine bağlamak, finans kapitalin neden spekülatif fırsatlar aramak için dünya çapında genişlediği ve ithalat/ihracat açığını kapatmanın bir yolu olarak birbirini izleyen rejimler için neden çekici hale geldiği gibi temel sorulardan kaçmaktadır.
Bu süreç, sorunun ikinci boyutuyla, yani bir birikim rejiminin gerektirdiği siyasi meşruiyetle kesişmektedir. Genel olarak Devlet harcamalarına saldırarak, mevcut neoliberal topluluk, örneğin mevcut Rajapaksa rejiminin nasıl da neoliberalizmin mantığını içselleştirmeye devam ettiğini tamamen yanlış anlamaktadır. Devlet, kamu sektörü istihdamı gibi belirli alanlarda harcamaları sürdürmesine ve hatta belki de artırmasına rağmen, bu neoliberalizmin reddedildiği anlamına gelmemektedir. Aksine, [onun] devamılılığında sadece bir unsurdur. Mesela, bir rejimin patronaj ağlarını genişletmesi gerekli siyasi istikrarın yaratılmasına yardımcı olabilir. Bu bağlamda, mevcut uğrakta, Gotabaya Rajapaksa rejimi, artan mali baskıya rağmen umutsuzca tutunmaya çalışmaktadır.
Bu arada, tarihsel eğilim, çoğu insanın bunaltıcı bir güvencesiz yaşam sürdürmesidir; bu da eşitsizliğin daha da yerleşik hale geldiği bir süreç anlamına gelmektedir. Neoliberallerin aksine, bazıları açıkça mevcut rejime ideolojik bir kılıf uydurmaya çalışmakta, onun söylem ve stratejilerini [rejimin] neoliberal olmadığının örnekleri olarak övmektedirler. Ancak neoliberalizmin Devleti, genel olarak üstbelirlediği yapısal yolları görmezden gelerek, “Devlet” yerine “piyasa”yı “Devlet”in karşısında gören basit neoliberal resmetme biçimini zımnen kabul etmektedirler. Buna karşılık, neoliberalizmin katıksız biçimde ortaya çıkmasının neden imkansız olduğunu açıklayan çok daha uzun bir bilim geleneği vardır.
Bu soruyu yeniden yorumlamak için daha önceki bir döneme bakmak; neoliberalizmin görünüşe göre yalnızca Rajapaksas'ın siyasi tercihleriyle ilişkili olarak anlaşılabileceği mevcut tartışmanın terimlerini parantez içine almaya yardımcı olur. Örneğin Herring (1987), IMF ve Dünya Bankası'nın, genişlemeci mali politikasına alan tanımaya istekli olması nedeniyle Sri Lanka'nın başlangıçta ekonomik liberalleşme şokundan hangi yollarla kaçındığını ifade etmiştir. Ancak bu hareket serbestliği 1980'lerin başında sona ermiştir. Ardından, artan mali baskı özelleştirmelere ve çeşitli sübvansiyonları kesme girişimlerine yol açmış ve bu da, 1994'te Birleşik Ulusal Parti'nin (UNP) yenilgisine katkıda bulunmak da dahil olmak üzere daha fazla halk tepkisine sebep olmuştur. Neoliberal reform ve direnişin bu diyalektiği evrilmeye devam etmektedir.
Bununla birlikte neoliberal düşünce, sınıf güçlerinin dengesi sorununu görmezden gelme veya reddetme eğiliminde olmuştur. Bu, kitlelerin kilit anlarda neden isyan edip etmediğini açıklamaya çalışan Sri Lanka'daki baskın siyaset bilimi tarzıyla tam bir tezat oluşturmaktadır. Örneğin, Athukorala ve Rajapatirana (2000) başlangıçta “Bitmemiş reform sürecine ivme kazandırmak için kararlı bir hareketle, 1990'da önemli bir ikinci dalga liberalizasyon paketi uygulandığını” (546) ileri sürmüştür. Ancak neoliberalizmin halk baskısına tepki olarak neden geri adım atmaya zorlandığına dair ekonomi politik bir açıklama yapmaktan kaçınmışlardır.
Samarasinghe (1994), 1994 seçim sonuçları hakkında yorum yaparken, önceki UNP hükümetinden Halk İttifakı'na (PA) geçişin çeşitli nedenlerini belirlemiştir; bu yönde “İki PA seçim vaadi çiftçiler için özellikle çekiciydi: 1990'da Dünya Bankası'nın baskısı altında kaldırılan gübre sübvansiyonunun yeniden getirilmesi ile bankaların elinde bulunan ödenmemiş çiftçi borçlarının silinmesi ve gelecekte bankalardan faizsiz kredi sağlanması…” (1028). Bu tür bir açıklama içinde, hegemonik bir bloğun bir siyasi rejimin temelini nasıl güvence altına aldığı sorusuyla ilgilenmek için alan vardır.
Sonuç olarak, neoliberalizm, 1980'ler ve 1990'lar boyunca zaferini pekiştirdiğinden beri, kendisinin popüler duygular üzerinde işleme, önceden var olan bir sistem içindeki çelişkileri sömürme yeteneğini açıklama kapasitesini haiz ideolojik bir süreç olarak kendini tüketmiştir. Bunun yerine, sosyal demokrat Devleti parçalamadaki başarısına inanarak, kendi bloğu içinde yükselen gerilimleri açıklamaktan aciz hale gelmiştir. Mevcut uğrakta, Muhalefetin Rajapaksa rejimine yönelik siyasi saldırısını biçimlendirmede, önerilerinin taktiksel bir önceliğe sahip olmasını talep ederek kendini paralamaktadır. Ancak aynı anda stratejik bir meydan okuma olarak bloğunu yeniden inşa etmeyi de terk etmiştir.
İlerici Alternatif
Nihayetinde bu çelişki, neoliberal reçeteleri benimsemeye çalışan gelecekteki herhangi bir rejimin temelde siyasi istikrarsızlığına işaret etmektedir. Muhalefet içindeki siyasi liderler, yaklaşımlarını yumuşatmaya ve geniş koalisyonları içindeki en aşırı serbest piyasa kliklerini dizginlemeye çalışabilirler. Hedeflenen güvenlik ağlarını genişletmekten ve sosyal refahı sürdürmekten bahsedebilirler. Ancak gerçek şu ki, krizin muazzam ölçeği göz önüne alındığında, mevcut sistemi ıslah etmek veya kökten değiştirme karasında eninde sonunda temel bir seçim yapmak zorunda kalacaklardır. Krizin durumu, kendi halinde bir “ulusal konsensüs”e izin vermemektedir. Bunun yerine, mevcut sistemin dönüştürülüp dönüştürülmeyeceğinin net bir şekilde ifade edilmesini talep etmektedir.
Farklılaşmanın birincil ekseni, Sri Lanka'nın ithalatını radikal bir şekilde yeniden yapılandırıp yapılandırmayacağı veya ithalat ve ihracatın karşılıklı genişlemesi yoluyla neoliberal küresel pazar entegrasyonu yanılsamasına kapılmaya devam edip etmeyeceğidir. İkinci dinamik, ülkenin karşılaştırmalı avantajını kullanarak borç tuzağından kaçmasına izin verecek olmasıdır. Ancak açık ekonominin son 45 yılı, bu proje için elverişli bir bilanço çizemez.
Kriz doruğa ulaştı. Şimdi mesele, bu krizi yeniden üretme ve yakın gelecekte devam ettirmeye yönelik süregelen neoliberal girişimin siyasi olarak sürdürülüp sürdürülemeyeceğidir. Belirleyici faktör, Sri Lanka'nın seçkinlerinin mevcut birikim kalıplarının çöküşü ile halkın direnişine tepki olarak hangi yöne doğru kayacağıdır.
Bu arada, Solun bir rejimi uzun vadede ayakta tutabilecek alternatif bir ilerici blok inşa etmedeki rolünü oynaması için amacını netleştirmesi gerekmektedir. Başta belirtildiği gibi, 1970'lerin krizinden farklı olarak, şimdi önümüzde duran soru, sosyal demokrat Devletin sınırlarının nasıl aşılacağı değildir. Bunun yerine, yeni bir ilerici rejim türünü nasıl yaratacağımız sorusudur.
Bu fikirden hareketle, toplumsal dönüşüme giden çok sayıda farklı yolu kabul ederek, kaçınılmaz bir son noktaya -tarihsel olarak, Komünizme- geçiş sorunsalını değiştirmeliyiz. Sol içindeki geçmiş tartışmalar, genellikle, içinde Devlet ile işçi sınıfının özerk örgütleri arasındaki ilişkiye ilişkin daha dar, daha araçsal sorunun ortaya konduğu toplumun teknolojik dönüşümünü -ya da üretici güçlerin doğrusal gelişimini- varsayıyordu.
Ancak şimdi kabul etmeliyiz ki, mevcut sistemi kökten dönüştürmek istesek de, bu proje devrimi “doğa, kadın ve sömürge egemenliğine dayalı teknokratik bir ütopya”nın nihai ifadesi olarak ima etmemelidir (Mies 2014: 216). Ortaya çıkan belirli tarihsel düzenlemeler ve çelişkiler, kimin ve nasıl kuvvet uygulayacağına bağlı olacaktır. Bu mücadelenin ideolojik çerçevesini güçlendirebiliriz. Bununla birlikte, nihayetinde kapitalizmin aşılmasına yol açacak dönüşümler dizisini bekleyemeyiz. Kapitalizmin kendi tavizlerini ortadan kaldırma eğilimi göz önüne alındığında, ikincisini geniş bir perspektiften sürdürmeliyiz. Bu süreç, kaçınılmaz olarak kapitalizmin meşruiyetini baltalayan başka krizlerin koşullarını yaratır. Ama aynı zamanda toplumun nasıl olabileceğine dair kendi hayal gücümüzü çoğullaştırma ihtiyacını da kabul etmeliyiz.
Burada, ithalatı kökten yeniden yapılandırmanın ne anlama geldiği sorusu, dar ekonomik terimlerle anlaşılan bir alternatiften çok daha derin bir önem kazanır. Örneğin, gıda ithalatını ikame etmekten bahsedersek, bu kamu dağıtım sisteminin potansiyel etkisi de dahil olmak üzere insanların alışkanlıklarını ve diyetlerini nasıl şekillendirir? Enerji tüketiminin bir temsilcisi olan petrol ithalatını azaltmaktan bahsedersek, bu, yapılı çevre ve toplu taşıma tasarımında nasıl değişiklikler gerektirir? İlaç ithalatını azaltmaktan bahsedersek, bu, sağlığın toplumsal etkenleriyle yüzleşmek de dahil olmak üzere, insanların hayatları içindeki baskıları ortadan kaldırmanın yolları hakkında nasıl yeni sorular doğurur?
Bu sorunlara kolay bir teknokratik çözüm yoktur. Ancak, insanların tüketiminin sert bir şekilde kısıtlandığı bir yanıtın düşünülmesi gerekmez. Bunun yerine alternatifler hakkında yaratıcı düşünmeyi teşvik edebilir. Her şeyden önce, bu süreç, aydınlar ve kitleler arasındaki bağlantı biçimlerine, sorunları insanların yaşamlarının somut koşullarında analiz etmeye ve çözümlerin benimsendiği güçler dengesine bağlıdır.
Sonuç olarak, neoliberalizmin krizi ve yeni bir ilerici rejim tipi tasavvur etme ihtiyacı, Sol için önceden var olan hiçbir cevabı olmayan büyük bir görevdir. Ancak krizin tam kapsamını ve sistemin etraflıca dönüşümü için ne anlama geldiğini düşünmek için düşüncenin sınırlarını zorlayarak, Devleti daha eşitlikçi zeminlerde yeniden inşa edebilecek gerçek radikal çözümler önerebiliriz. Bu, Devlet ile kooperatifler gibi topluluk örgütleri arasındaki ilişkinin açıkça belirlenmesini içerir. Mesela, merkezileştirilmiş üretime karşı adem-i merkeziyetçi üretim konusunda doğası gereği daha iyi (veya daha kötü) hiçbir şey olmadığını kabul etmeliyiz; uzun süredir heterodoks düşünürler tarafından yürütülen bir tartışmadır bu, örneğin.
Bunun yerine, bunlar, kast, cinsiyet ve diğer toplumsal iktidar biçimleriyle kesişme biçimlerini irdelemek de dahil olmak üzere, ekonomist olmayan bir şekilde ortaya koymamız ve yorumlamamız gereken ilişkisel sorulardır. Alternatif bir hegemonik düzenleme içinde, seçkinler birikim fırsatlarını belirleyecek ve böylece yeni statükoya uyum sağlayacaklardır. Bu sürecin sonunda ortaya çıkan toplumun ana hatlarını tam olarak tahmin edemeyiz. Ama umut da vardır. Neoliberalizm, yarattığı krizi çözemediği sürece, neyin mümkün olduğu konusundaki tüm tartışmayı dar kanallarının ötesinde radikal bir şekilde yeniden yönlendirme fırsatına sahibiz.
------------------------------------------------------------------------------------
· Athukorala, Premachandra and Sarath Rajapatirana. (2000). “Liberalization and Industrial Transformation: Lessons from the Sri Lankan Experience.” Economic Development and Cultural Change, 48(3): 543-572.
· Fine, Ben. (2014). “Financialisation from a Marxist Perspective.” International Journal of Political Economy, 42(4): 47-66.
· Hall, Stuart. (1980). “Popular-Democratic vs Authoritarian Populism: Two Ways of ‘Taking Democracy Seriously’.” In Alan Hunt (Ed.). Marxism and Democracy (157-185). London: Lawrence and Wishart.
· Herring, Ronald. (1987). “Economic Liberalisation Policies in Sri Lanka: International Pressures, Constraints and Supports.” Economic and Political Weekly, 22(8): 325-333.
· Mies, Maria. (2014[1986]). Patriarchy and Accumulation on a World Scale: Women in the International Division of Labour. London: Zed Books.
· Moore, Mick. (2017). The Political Economy of Long-Term Revenue Decline in Sri Lanka. International Centre for Tax and Development (ICTD) Working Paper 65. Brighton: Institute of Development Studies.
· Samarasinghe, S. W. R. de A. (1994). “The 1994 Parliamentary Elections in Sri Lanka: A Vote for Good Governance.” Asian Survey, 34(12): 1019-1034.
----------------------------------------------------------------------------------------
* Yazının orijinaline https://socialistproject.ca/2022/05/sri-lanka-crisis-of-neoliberalism-and-progressive-alternative/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Comments